ZAMAN DEYİNCE

Ağustos ortaları neredeyse, neredeyse ağustos da çıkıyor yıldan. 

Gittiği gibi geri gelen aylar’da yaşanan aynı olaylar, farklı kişilerce…

Zaman göreceli bir kavram, kişiye göre değişken. Herkes için aynı değil zaman dilimi, her ne kadar aynı sayılsa da. Matematik dünyada aynı belki fakat insandan insana farklı o da. Rakamlar herkesçe aynı rakımlar ise değişken.

Zaman kavramı yüzyıllardır değilse de son yıllarda en çok dikkat edilen kavram haline gelmiş gibi dillerde, filmlerde, düşüncelerde, her zamankinden biraz daha farklı bir şekilde kendini belli ediyor. Zaman; hep merak edilen.

İçinde bulunduğumuz zamanı düşünüyorum, 2024 değil kastettiğim. Bu “zaman dilimi,” bizim için zamanın durduğu o dilim. Hayatımızın o noktası. Bazıları için en mutlu hissettiği, bazıları içinse en mutsuz hissettiği o an. Genelde acıların olduğu yerde dondurur insan hayatını. Peki, neden?

Bir yerlerde okumuştum yine, diyordu ki sanki de bir kez mutlu olma şansımız var, sonrasında yok gibi kendimizi kapatıyoruz. Ne kadar doğru geliyor okuyunca bu ifade. Sanki tek seferlik bir bilet bu mutluluğa. Kaçırınca gidince bitiyor tüm haklar. İnsandan insana değişen bir durum bu da. Kimi tekrar tekrar denemek ister, kimi bırakır. Yaşadığı şeyler kimine yeter, kimi de sonsuza kadar denemeye devam eder. Hangi duygu olursa olsun konu, hangi yaş aralığını yaşarsa yaşasın beden, bakış açısı onu ya yola iter ya da yolda beklemesini söyler. Yolda beklemek biraz da arafta kalmak gibidir. Ne gerisi vardır ne ilerisi. Sıkışıp kalan bir ruhun dayanılmaz inlemelerini ne yazık ki beden hep kendi çeker.

Bizden çok sonra yerimizde başkaları olacak, oturduğumuz koltuklarda, sandalyelerde, yemek yediğimiz masalarda, davetlerde, kitaplarda, gazetelerde, yataklarda, pencere ve camlarda… Bizden önce olduğu gibi. En çok da Salamis’e gittiğim zamanlarda bu düşüncelere yoğunlaşırım. Görsel olarak da düşüncelerimi besleme fırsatı yaratır Salamis ve Bedis. Aşkın adresi dediğim yerler arasında fakat daha çok çocukluğumun adresi, çocukluğumda önünde fotoğraf çektirdiğimiz çalılar duruyor madem hâlâ adres adım yanlış olamaz. Salamis kentinin deniz altına uzandığı düşüncesi, nasıl bir hayatın var olabileceği düşüncesi ve şimdi üzerinde yürüdüğümüz yolların, yerlerin nereler olduğu hayali… Yıkılan ve korunmasız duran su kemerleri de yok olacak diye kaç kez ödüm patladı bilmiyorum, fakat artık su kemerlerine ait uzantıyı-parçayı görmediğim için bu öd patlamasını daha az yaşıyorum. Önüne, kemerlerin boyunu aşan yükseklikte binalar yapıldı şimdi. Görmemek bilmemeyi de doğuruyor olmalı. Bu yüzden konuşmuyorum da. Görmedim duymadım bilmiyorum mu oldum ben? Bilmiyorum olamaz, bilmek için büyük çabalar harcıyorum. Görmedim duymadım konuşmuyorum olabilirim ancak. 

Ne kadar yürüyüş yapılsa ve kaç kez yanından geçilse de fark etmediğim o yolu fark ettiğim anda bir şeyler değişti düşüncelerimde. Balık pazarına çıkan o yol. Orada nasıl bir hayat vardı diye durup düşünmek, burada nasıl bir hayata maruz kaldığımızı düşünmekten daha az acı veriyor. At arabalarına ait lastik izlerini görünce ne kadar garipsemiştim. Her taşın bir anlamının olması tarihler boyunca… Belki de taş biriktirme merakımız da taş toplama merakımız da atalarımızla bağlarımız açısından bir anlama sahiptir, kim bilir…

Zaman işte, herkese göre aynı sanılan fakat herkese göre değişen. Kimi için bir saat bir an gibi geçse de kimine yüzyıllar gelen. Sırlarla dolu bir kavram ve bu kavramı düşününce bile aklımıza gelenler ki bu daha başlangıçtı fakat bugün için burada bitirmek lazım çünkü yazılar da zaman gibidir kimi okuyucu için hemen biter kimi için de dört yüz sayfaymış gibi oku oku bitmez.