VARLIĞIMIZ BİR BOŞLUK MU YOKSA ?

Giderek artan bir anlamsızlık hissi. Zorlaşan hayat şartları yüzünden anlamın giderek bizden kopması ya da bizim anlamdan kopmamız. Usanmamız. Bıkmamız. Boş vermemiz. Bir gün dünya üzerinden silineceğimiz zaman geriye ne kalacağını düşünmemiz ya da düşünmemiz. “Düşünüyorum, öyleyse varım” diyen  Descartes, var olmanın anlamını bu şekilde cevaplamış olabilir mi? Düşünüyoruz madem gerçekten varız mı? Var olduğumuz için de düşünmemiz istenmiyor mu? Bu mantıkla yaklaşacak olursak Descartes’a bir kez daha hak vermemiz lazım sanırım.

Viktor Frankl’ın yaşadıklarından yola çıkarak bir nörolog olarak, insanın anlam arayışına tanıklık edip hem bilgi hem düşüncelerinden yola çıkıp yazdığı kitap ve yaptığı çalışmalara bakacak olursak anlamı uzaklarda değil de hemen yanımızda bulmamız da gayet mümkündür. İnsan, anlamı ne zaman kaybeder peki? Ne zaman bulur? Bulmak için herhangi bir çabası olur mu kaybettiği zaman yoksa artık umursamayı bırakıp şu cümleyi mi kurar: “Her şey çok anlamsız.”

Her şey gerçekten de anlamsız olabilir mi? Anlam da yine insan yüzünden kaybedilmez mi? İnsan sayesinde anlam bulmaz mıyız yeniden? Anlamı kaybetmek bir nevi umutları yitirmek olabilir mi?

İnsanın anlam arayışı bitmeyecektir ömür devam ettikçe ve insan; anlamın içinde anlamsızca, bazen de anlamsızlığın içinde anlamlar bularak devam edeceği yolunda hep düşünecektir; kendince her şeyi ya da hiçbir şeyi. 

Frankl der ki; “biz psikiyatristler her şeyi bilemeyiz ama her yerde varız.” Kendi hayatımızın anlamını bulma konusunda kimlerden destek almalıyız ve hiç düşünüyor muyuz hayatımızın anlamı nedir? Yoksa tek düşündüğümüz bu mu? 

Bir adanın yarısına sığmaya çalışırken yaşatılan türlü türlü olumsuzluklar yüzünden giderek anlamımızı kaybediyoruz. Sınır kapılarında kim olduğumuzu ispatlamak zorunda kalarak diğer yarımıza geçerken, birlikte taşıdığımız yarımızı yine bir yarımda bırakmış olmuyor muyuz; yaralarımız yüzünden? Sınırlar, çizgiler insana bunu yapmaz mı? Bir şeyleri bırakmak başka şeyleri tutmanıza ne kadar olanak sağlayabilir? Neyi bırakıp neyi taşımayı seçeceksiniz günün sonunda? Bir yarımdan diğer yarıma geçip biraz anlam bulurken, diğer yarımınızda anlamın yarısını bırakmış olmuyor musunuz? Sınırlar anlamınızı en baştan kaybetmenizi sağlamadı mı?

Doğdukları köye, eve dönme hayaliyle gözleri açık giden atalarımızın anlamı, çocuklukta bitmedi mi ya da yetişkinken? Biz çocukluktan onların anlam arayışını miras alıp, kendimizinkinden çok onların çocukluğunu dinleyip onların çocukluğunu sanki kendi çocukluğumuz gibi diğer yarıda yaşamadık mı? Ne isterse yazsın kimliklerde kim olduğumuz, adımız, sanımız, uyruğumuz… Biz kuyruk acıları yüzünden ne zaman tam hissedebildik ki bu varlığımızı. Düşündük, çok düşündük ama hiç var olmadık sanki. Hayalleri elden ele miras alarak, kendi hayalimizi kuramayıp hep sonrakilere devrettik hayal kurma işini. “Biz yapamadık siz yapın”lar hiç bitmedi, görünen o ki bitmeyecek de ve herkes hep birileri yapsın diye bekleyecek, hiç yapılamayacakları. Yapıda başlayıp yapıda bitecek her şey ve yapıyla bitecek. Sonrasında da tüm bunların yapıtı dikilecek. Başyapıt olacak adanın yarısında şaheser eserler. Herkes birbirine bunu kim yaptı derken, aslında karşısındakine hep yanındakini gösterecek.

Savaşlarda bir ekmeğin değerini anlamak için savaş, çorbanın değerini bilmek için yine savaş gerekecek. Savaşlara tanıklık edilse ve savaşların içinden geçilse de ne anlam bulunacak ne de aramaktan vazgeçilecek. Bulunan her anlam da kitaplara yazılacak, insanların bazıları bunu içinde taşırken birçoğu da çöpe atacak kullanmak istemediğinden.

İçinde umut taşıyanlar, gelecek için beklentisi olanlar, anlama yakın olanlar, hayatta kalmayı daha çok başaranlardan olacak. Bu düşünce, önceden insanların şimdiye oranla uzun yaşama sırrı olabilir mi diye düşünmüyor değilim aslında. Şimdi daha az mı inanıyoruz, daha az mı umutluyuz, daha az mı amacımız var bilmiyorum…

Tüge Dağaşan