KLEOPATRA YİNE GELMEDİ

“oturdum bir şiir yazdım kendime

okursan üzülürsün 

okursam üzülürüm yine

bu yüzden oturdum Bertolt Brecht okudum”

Şiirler sığındığımız limanlardır fırtınada ve fırtınayı başlatan dizeler aynı zamanda. Şiire sığındığımız zaman, her duygumuzu saran koruma kalkanı bizi güçlendirir, yüreklendirir, umut çalıları biriktirir yüreğimize ve zihnimizi ısıtır. Yuva yaparız şiiri kendimize. Ev deriz, evim deriz şiire. Çünkü yerimiz, obamızdır. Dilimizle göç ederiz her hece.

Kendimiz gibi hissettiğimiz kişiler de bizim şiirlerimiz olur aslında. Dize dize diziliriz birbirimizde. Sen bir kelime koyarsın o iki kelime, sen bir cümle kurarsın, o üç cümle derken yürüyüp gidersiniz aynı yolu aynı sesle. 

Aynı yolda yürümek, benzer adımlar atarak yola devam edebilmek, yol için de önemlidir sizin için de. Çünkü fiziken benziyor olsanız da ruhen ve zihnen aynı değilseniz, adımlarınız uyuşmaz; ne yol gidilen bir yol olur ne de yanınızdaki yolcu sizin için yoldaş olur.

Hayat boyu insan kaç kere aynı adımları atabileceği kişilere denk gelebilir ki? Hayat çizginiz o kadar uzun olabilir mi ki defa defa deneyeceksiniz kimle yürünebilir bu yol diye? Aslında aynı yolu aynı kişilerle yürüdüğünüzü gördüğünüz zaman sizle aynı yoldaki yolcuları da birer ışık gibi fark edeceksiniz. Sadece bakmanız yetersiz görmeyi de gerçekten istemeniz gerekiyor ve görmeye başladığınız anda bileceksiniz ki siz aynı kişiler, aynı yolu zaten birlikte yürüyorsunuz sadece birbirinizden haberiniz yok. Haberiniz olduğu anda özgüveniniz yükselecek ve yüzünüz daha iyi bir ifadeye sahip olacak; kişi sayınız fark etmez. Çünkü yalnız değilsiniz aslında. “Hep ben mi” demenize gerek yok, hep siz değilsiniz. “Neden ben” demenize de gerek yok sadece siz değilsiniz. Aynı yolu çağlar boyu yürümüş farklı modelleriniz; sadece siz yıllara isim verdiniz, çağları çağ ettiniz, gerektiğinde çağladınız, gerektiğinde durdunuz fakat hep adım atacak nedenlerle birlikte, adım atacak kişiler de buldunuz kendinize. Aynı yolda olduğunu fark etmek için sadece biraz daha derin, biraz daha dikkatli baksanız yetecek.

Bir kuş sesi ile mutfak penceresine ilerlediğim günleri hatırladım. Balkon duvarı üzerine her sabah üfelenen ekmeklere gelen birkaç serçe. Birinin adı Kleopatra. Ekmek bulmadığı zamanlar bana göre sağa-sola, ona göre ileriye geriye adımlar atarak kendine has sesiyle seslenirdi; bu söylenmek olamaz. “Tamam tamam geliyorum” diyordum ona; ne o benim, ne ben onun dilini bilmiyordum fakat ne istediğimizi anlayabiliyorduk. Kaçardı, tekrar konardı ve ekmekleri gagalardı. Apartman yanında dört ağaç vardı eskiden, önce birini kestiler ardından hepsini. Kimse ses çıkaramazdı -tek tek- ağaçlar kesilirken. Günler böyle ilerlerken bir gün gelmez oldu Kleopatra. “Olabilir” dedim “normal.” Birden fazla gün gelmedi sonra. Arkadaşlarını da sesiyle davet eden oydu ki arkadaşları da gelmedi o gelmeyince. 

Bugün Kleopatra yine gelmedi, umarım iyidir. Çünkü ağaç bırakmadınız kuşlara. Ben değil, siz bırakmadınız! Kaldı ki bunun şiiri de yazısı da ayrıdır. Ben bugün sadece Brecht okumuştum, okuyordum, okuyacaktım. Bir serçe izin vermedi. “Beni de yaz” diyen kadının da serçenin de dili aynıydı. Gagasında bir yaprakla gelir diye bekliyorum Bertolt okurken;

“bir yaprak gönder bana,
bir koruluktan koparılmış olsun,
hiç değilse evinden yarım saat öteden.
sen oraya dek yürür güçlenirsin,
bense kalkar teşekkür ederim sana
o güzel yaprak için.”

“Kleopatra yine gelmedi” diye dış sesimle söyle(n)miş olacağım ki, Masal “sıcak yerlere gitmiştir” diye karşılık verdi. “Doğru” dedim “havalar soğudu…”

Tüge Dağaşan