Normal koşullarda kentler uzun yıllara yayılan tarihiyle birlikte sürekli bir gelişme trendi içindedir.

Bu gelişme bir plan çerçevesinde olursa genellikle nüve eski şehir veya surlar içidir. Ortaçağı görmüş kentlerin mutlaka surları ve sur içlerinde eski kentleri vardır. Surları ya yıkılmış veya kısmen ayaktadırlar (Selanik gibi), ya da o günden bugüne korunarak gelmişlerdir. Buna da en güzel örnek Mağusa’dır.

Mağusa geniş bir coğrafyada dört bin yıllık tarihiyle beraber bugünlere taşınmış ama maalesef kentin son elli yılı bir yönüyle eksilmiştir.

Dört bin yıldan bahsederken kentteki ilk insan yerleşiminin MÖ 2000 yıllarında Engomi bölgesinde başladığını söyleyebiliriz. Daha sonra Salamis, ve akabinde hemen yanı başında Konstantia gelişmiş. Depremler ve Arap akınları derken Mısırlılar Arsinoe’yi kurmuşlar. Şimdiki suriçinin hemen yanında gelişen kent Salamis bölgesinden kaçan Bizanslılarca gelişmiş olup Lüzinyan döneminde de surlarla çevrilmiştir. Venediklilerin de ciddi biçimde geliştirdiği surlar günümüz kadar Ortaçağ kentini dimdik ayakta tutarken, 16. Yüzyılın ortalarında Osmanlı’nın gelişiyle kentteki gayrimüslimler Maraş’a sürülmüş ve orada yaşamlarına devam etmişlerdir. Sonralarında İngiliz döneminde suriçine tekrar gelmişler, tekrar kovulmuşlar derken 20. Yüzyılın ortalarında Maraş gelişmiştir. Gelişiminin zirve yaptığı 20. Yüzyılın son çeyreğinde de yaşanan savaş Mağusa’yı hem kentte doğup büyüyen sakinlerinden etmiş hem de kentin bir kısmını insansız bırakmıştır.

***

15 Ağustos tarihi yani bugünden tam 50 yıl önce yaşanan savaşın ertesinde hala daha nedenleri tam açıklanamayan bir şekilde kentin son gelişen kısmı insansızlaştırılarak kaderine terk edilmiştir. Yaşayan canlı bir organizmanın ölüme terk edilmesi gibi terk edilen kentin içi boşaltılmış ve çürümeye bırakılmıştır.

Bu yapılanlar bir kente yapılabilecek en büyük kötülüktü ve Mağusa’ya yapılmıştır.

O günlerin gerekçeleri ne olursa olsun bir kentin yarım asır boyunca bir kısmı insansız bırakılarak eksiltilmesinin tarihte belki de bir başka örneği yoktur.

Terk edilmiş kentler vardır.

İşlevini yitirmiş ve yok olmuş yerleşim yerleri vardır.

Doğal sebeplerden dolayı insanlarını kaybetmiş ve artık yaşamayan kentler de vardır.

Fakat yaşanan elli yıl önceki bir savaş nedeniyle yarım asır boyunca bir kentin büyük bir kısmının insan yaşamına kapatılması görülmemiştir. Ve bunda ısrarın sözde milliyetçilikle özdeşleştirildiği bir başka örneğe de rastlamak mümkün değildir.

Mağusa’nın tekrar bir bütün kent olarak yaşaması için son yarım asırda yapılan her türlü girişim çeşitli nedenlerle boşa çıkmıştır. Kent üzerinden siyasi pazarlıklar yapılmıştır. Yitirilen yaşamlar, yok edilen bir tarih, insanından koparılmış yarım bir kent, çevrilen tellerle beraber yüreğimizi her gün biraz daha da acıtmaktadır.

Bir kentin yarım asır boyunca bu şekilde yok edilmesine tanıklık etmek bu kentin geride kalan insanları için her gün kanayan bir yaradır.

Buna son verecek herhangi bir irade de maalesef şu an için yoktur.

Ellinci yılda yine askeri gösteriler olacak, nutuklar atılacak, fener alayları düzenlenecek. Ama Mağusa eksik kalmaya, yok edilmiş ve adeta kadavra haline gelmiş bir yanıyla zorla yaşamaya devam edecektir.