Kadın-lık Halleri
KADIN-LIK HALLERİ
-sergi-
Kadın kadın kadın.
Günümüzde anlam kayması yaşayan kadın bayan kelimelerine odaklanma geldi aklıma birden kadın deyince. Susan, içine atan, kendini ifade edemeyen ve tüm bunların tersini yapan kadın bir de.
Kadın deyince ne çok şey akla geliyor, ne çok şey de akıldan çıkıyor. Çelişkiler, anlaşılmayan tür, anlaşılamayan model, anlaşılan fakat yine de geride bırakılan, fazlası ile azı ile akla gelebilecek her şey.
Rauf Raif Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı’nın Küçük Sergi Salonu’nda açılan ve 30 Mart’a kadar halka açık olacak olan sergiyi hafta içi 10:00-17:00 saatleri arası ziyaret edebilirsiniz. Etmelisiniz de çünkü bizim hallerimizin bir kısmı hatta her kısmı orada.
Sergiler sergiler sergiler. Özellikle kadını anlatanlar, anlatmak isteyenler, kadınla birlikte tüm doğayı içine alanlar. Kadının doğası, doğallığı derken süsü de geliyor akla. Bir kadın neden süslenir diye devam eden sorular. Bu ve buna benzer sorular başlı başına birer sorun aslında.
Sergide; İsmet Tatar, Nilüfer İnandım, Zehra Şonya, Nurtane Karagil, Serap Kanay, Hüseyin Özinal, Hatice Tezcan’ın eserleri yer alıyor.
Kadın… Kadınlar… Eşit miyiz gerçekten, peki eşitlik kime göre, neye göre ve toplumsal kalıplar. Zehra Şonya güzel bir değerlendirme yapmış. Diyor ki; “kaç aile, kızı inşaat mühendisi olacak diye hayal kurmakta, başarılı bir bilim kadını olacak, siyasetçi veya futbolcu olacak diye heyecanlanmakta ve bu konuda kızının gelişimi için imkânlar yaratmaktadır?”
İlk önce erkek, erkekten de kadın yaratıldı madem bugün bilim; neden kadının kemik iliğinden kök hücreler alarak sperm üretip yumurtayı döllüyor ve erkeğe ihtiyaç duymayacak çağlara doğru hızla ilerliyor?
Bu sergi neden üretildi, bu sanatçılar neden çalıştı, neye çalıştı?
İsmet Tatar’ın çalışmaları ile başlıyor sergi. Anne, çocuk ve bağları derken akıllarda hep aynı soru; kutsal bağ var mıdır? Neden anneler kutsaldır, neden insan kutsallaştırılır ve neden kutsanır? Kadın, çocuğu olunca tek başına mıdır, kadın hep tek midir aslında? Acı adlı eseri ise beni sergi boyunca etkileyen eserlerin başında gelir, tıpkı serginin başında geldiği gibi. Yaranız neredeyse oradan kanarsınız ve etkilenirsiniz kanadıkça.
Hüseyin Özinal ile devam edelim; cinsiyet ve cinsel kimlik, cinsellik, kimlik. Başlıkları bile tedirgin ediyor oysa konuşmak gerek. Firari Bedenler çalışması, kadın-erkek bedenlerinin halleri, kim oldukları belli olmayan yüzler, bedenler, haller, hallerimiz. Kadın mı erkek mi, cinsiyeti ne, yüzü nasıl, kim, kim değil? Karışıklık.
İsimsiz çalışması; isimsiz / iç içe bedenler yüzsüz / kim kimdir / kim değildir / yüzünden belli / aynı zamanda belirsiz…
Sergi ortasında “yatağımdaki düşman” adlı çalışma bizi nerelere götürecek diye bir gidip bakmak lazım. Her birimizi farklı yere mi yoksa aynı yere mi götürüyor, götürecek?
Nilüfer İnandım karşılıyor bizi ilerlerken; eskiz, kadın resmi, eller kollar ayaklar. Çıplaklık, makyaj, ojeler, rujlar. Aynı yerde oturmuş tek başına insanlar, kadınlar.
Hatice Tezcan’a doğru yol alalım fazla detaya inmeden çünkü detaylara çıplak gözle inilir, yazarak bir yere kadar; konumuz resim. Kadın bedenleri deforme olmuş, kadın imgesine uyumsuzluk, bedenlerin dengesizliği, memelerin orantısızlığı, fazlalığı. Sahne adlı çalışmasında durup düşünmek istiyor insan biraz. Bakmak istiyor sadece. Ev ve ev dışına çıkmaya çalışan kadın var Sahne’de. Gününün büyük bir kısmını mecburen evde geçiren kadınlar dilediği kadar sitem edebilir, belki de bu yüzden bu sergiye gelme şansı bile bulamadılar, sergi onlara gidebilse keşke. Onları o kadar iyi anlıyorum ki; uzun zamandır tiyatro oyunu izleyemeyen biri olarak. Bu dünya öyle bir dünya ki ne kadar eksik kalırsanız o kadar eksik kalır bir yanınız. Evin dışına çıkan kadın figürleri ve mumların evi aydınlatması. Tiyatronun da aydınlatan bir etkisi var, sizce de öyle değil mi?
Serap Kanay’a doğru ilerleyelim; Şimdi O Zaman adlı çalışmasında kendi el yazıları var Kanay’ın. Bu arada kendisi benim “gönülkomşum”dur. Çalışmaya bakmaya başlıyoruz ve bir cümle gözümüze ilişiyor; “Baf’ı hatırlarım” diye başlayan yazıları, anıları. Aliye nenesinden bahsettiği sayfa birden gözüme çarparken evinin bahçesinde nenesinden bahsettiği gün aklıma gelir. Atalarımız, nenelerimiz, dedelerimiz, onlar bu hayattan geçti, geçerken bizi bu hayata bıraktı. Biz bu hayattan geçiyoruz, bizden sonraya birer biz bırakarak ya da bırakmayarak. Anılardan bahseden, onları yazan ellerden, yüreklerden biri de Serap Kanay’dır yani gönülkomşum. Anılar anılar ve anılardan doğan yazılar.
Serap Kanay’ın çalışmasına dalıp gittik fakat devam edecek olursak sergi yolculuğumuza, Nurtane Karagil’in çalışmalarını göreceğiz. Çeşitli konular, tıpkı hayat gibi iç içe verilmiş Nurtane’nin eserlerinde. Yollar, sokaklar, insanlar. Duvardaki kocaman eseri ve eserindeki “Yaşlı satım evi” yazısı, “bu tabela trafik kazalarını önlemektedir” yazısı, “dağları deldik sıçıyoruz fabrikası” gözüme çarpanlardan sadece birkaçı. Gazinolar, camiler, yollar, sokaklar, evler. “Öyle de şeyler işte” adlı eseri. Yoldaki kediye ait not: “Hızlı giden kötü insanlar kedileri yolda öldürür ve yardım etmez.” “Arabalar kuşlara çarpar” derken “bu kaplumbağayı yolda bulduk, yardım ettik” düşüncelerini gezersiniz resme baktıkça. Bu kısımda hayata karşı şikâyet edeceğim diyor kadın, erkek ya da başka bir cinsiyet, her kimse diye düşünürken “içimde ölü kadınlar, içimde ölü kediler, ölmeyen sinekler, ters dönmüş hamam böcekleri” yazısı sizi bir kadına götürüyor okurken. Belki de sanatçıya çıkıyorsunuz, kendi mi acaba derken, gölgesi mi yoksa diye ikide kalıyorsunuz.
“Erkek egemen sistem içinde öteki olarak kadın, kimlik ve cinsiyet çelişkileri ile daima savaşmak zorunda kalmıştır” ifadesini beğenerek okudum Serap Kanay ile ilgili kısmı okurken. Fakat eylem beğenilecek gibi değil, düşünsenize sürekli olarak kendinizi var etmek için, var olduğunuzu ispatlamak için bir savaş vermek zorunda kalıyorsunuz; her ne kadar savaşın her türlüsüne karşı olsanız da. Kendini Türkçe Konuşan Siyah Kıbrıslı olarak tanımlayan Kanay, savaşmak zorunda bırakılan kadınlardan sadece biri. Renkli kişiliği, bilgisi, ilgisi, üretkenliği ve çoğu zaman renkli saçları ile ilgi çeken bu kadın sürekli üreten sanatçılar arasındadır.
Aybaşı adlı çalışması ile devam ediyoruz. Regl yani. Farklı farklı isimleri var fakat kesinlikle hastalık değil. Bakma adlı çalışmasında, bakıp bakmama arasında gidip gelebilirsiniz. Çıplaklık bizi ne kadar korkutur değil mi? Özellikle bizim gibi toplumlarda çıplak olmak, çıplağa bakmak, oysa her şeyin özü çıplaklık değil midir? Çıplaklık, gölgeler, cemile çiçekleri, pencere, memeler. Memeler sergi boyunca neden karşımıza çıkıyor? Kadın deyince akıllara gelen ilk meme oluyor, neden? Meme derken utanıp göğüs diyen kaç kişi var? Oysa göğüs değil bahsettiğim, göğüs boşluğunda yer alan memelerden bahsediyorum. Memeleri açıkta olan bir kadın size neleri düşündürür, o memelerden süt emen bir çocuk koyarsak yanına annelik ne kadar daha kutsallaşır? Süt dolu oluşu, üretkenliği ne kadar çoğaltır? Özellikle kadınların bedeni bir fabrika ise fabrika ayarları bozulan bir kadın ne kadar sürede normalleşir?
Sorular bitmez, sorunlar da, sorunlarımız da.
Bizler adlı çalışması ile noktayı koyalım o yüzden sergiye yoksa düştüğümüz derinlikten çıkamayacağız. Kendini, atalarını, kim olduğunu araştırmış. Ben de denemiş ama çok başarılı olamamıştım bu konuda çünkü işin içinden çıkamamıştım; o yüzden kendinizi, kim olduğunuzu, nerelerden kimlerden geldiğinizi kaydedin aksi halde kaybedersiniz soyunuzun uzantılarını. Bizler kimiz, sizler kimsiniz, kökleriniz nerelere uzanıyor, köklerimiz nerelere uzanıyor.
Gözüm gibi bakarım adlı çalışma, siz sergiden ayrılırken adeta sizi uğurluyor. Emek verenlerin yüreklerine, görebilen gözlerine sağlık. Alkışlıyorum sizi. Teşekkürler. Siz hep üretin, biz bir gün o evlerden çıkıp sizi izlemeye geleceğiz.