Hâlâ daha o günlerde yaşamak…

Muhtemelen 1960’lı yıllardı.

O dönemde sancaktarlar Türkiye’den geliyorlardı. Sorumlu oldukları bölgenin sadece askeri değil ayni zamanda kanun yapıcılarıydılar. Ağızlarından çıkan sözler kanun sayılıyor, uymayanlar cezalandırılıyordu. Rumca konuşan Kıbrıslı Türklere ceza kesiliyordu. Kullandığı cümlede Rumca kelime kullananlar da bu cezadan payını alıyorlardır.

Mağusa’da emektar ahşap ustalarımızdan Abdurrahman abi anlatıyor, o yıllardan bir anısını. Karpaz’da askerliğini yaptığı yıllardı. Nöbeti bittiği saatlerde Kaleburnu köyünde kahveye gitmiş. O yıllar televizyonun hatta birçok köyde elektriğin olmadığı yıllarda insanların vaktini geçirdikleri yerler köy kahveleriydi. Kahvede tek bir insana rastlamamış. Kahveciye sorduğunda “Herkes evinde, dışarıya çıkamıyor. Rumca konuşana ceza var, fakat köyümüzde Türkçe konuşan yok. N’apsın insanlar, hepsi eve kapandı” demiş kahveci.

Üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçti. Rumca diline duyulan düşmanlık bitmedi. Öfke geçmedi. Geçmişte iç içe yaşayan köylerde ve bölgelerde birbirlerinin dilini pratikten öğrenen insanların sayısı ada bölündükten sonra gitgide azalmaya başladı. 1974 sonrası 30 yıla yakın iki taraf arasında hiçbir iletişimin olmaması bu derin ayrılığı daha da artırdı. Her iki dili ana dili gibi öğrenen insanlar kendi aralarında ne kadar da konuşsalar da arkadan gelenler öğrenemedi. Sayıları gittikçe azaldı. Amaç da buydu zaten. Resmi ideoloji insanları birbirlerinden koparmanın yollarından biri olan, diğer toplumun dilini öğretmemekle, hedefe daha kolay varacaklarını düşündüler. 

Maalesef uzun yıllardır İki toplum arasında kapıların açılmasıyla sıklaşan temaslar, görüşmeler, iş ilişkileri genelde İngilizce üzerinden oluyor. Adanın resmi ve gayri resmi en çok konuşulan ana dilleri yerine İngilizce konuşulması teması sağlıyor ama samimiyeti yeterince sağlayamıyor. İki toplum birbirlerinin ana dillerine “iki yabancı” gibi seyirci kalıyorlar. 

Üniversiteler bazında güneydeki Kıbrıs Üniversitesi, Türkçe dil eğitimi ve Türkoloji bölümüyle Kıbrıslı Rumlar’ın Türkçe diline hakim üniversite mezunlarını artırırken, çok az sayıda da Kıbrıslı Türkler Türkiye’de Yunan Dili Ve Edebiyatı okuyup adaya dönüyor. Bunlar yeterli mi? Elbette bu soruya olumlu yanıt vermek mümkün değildir. 

Geçmiş yıllarda ortaokullarımıza seçmeli Yunanca dersleri konmasını hep bir adım olarak değerlendirdik. Fakat bu adımı diğer adımlar izlemedi. Liseye geçen öğrenciler Yunanca dilini öğrenmekten mahrum bırakıldılar. 

Şimdi bırakın bir adım ileri atmayı, geçmişte atılan adımdan da vaz geçiliyor gibi… Ortaokullarda seçmeli Yunanca dersleri için açılan 8 kadroya 20 öğretmen adayı başvurduğu halde sadece 2 öğretmen kadrolandı. Ortaokullarda Yunanca dersleri boş geçmekte, öğrencilere adeta “seçmeyin çünkü öğretmen yok” denmektedir. Hedef Yunanca seçmeli dil dersini de kaldırmaktır. Dile karşı bu düşmanca yaklaşımın tek bir anlamı vardır. Yunanca (Rumca) öğrenmeyin, “ötekinin” dilini bilmeyin. Bu faşizan yaklaşımı kabul etmek mümkün değildir.

Bu adada Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar birbirlerinin ana dillerini bilmedikleri ve öğrenmedikleri  sürece gerçek bir barışa kavuşmanın mümkünü yoktur. Birbirini anlamayan ve bir başka lisan üzerinden iletişime zorlanan ada insanı bu makus talihini yenmek zorundadır. Her iki toplum da birbirlerine dayatılan dil bariyerini aşacak yolları beraber bulmalıdırlar.