En son hangi tarihte “normal”i yaşadık diye düşünüyorum. Normal bir günü yani, hani kötü haberler hep var da en az olduğu, günü tamamlayana kadar üzmeyip üzülmediğimiz, mutlaka bir yerlerde var da nerede kaldı o gün, o kadar uzak mıydı o günü yaşadığımız tarih?
Çocukluk yıllarında kalmış olabilir mi diye bakacak olsam mutlaka oralardan bir yerden bana gülümseyecek biliyorum, peki ya sizin tarihiniz; sizinki nerede kalmış olabilir…
Boyumun kısa, gözümün sadece yakını görebildiği yıllarda zannederdim ki dünya sadece adadan oluşur hatta adanın tamamından da değil yarım kalmış çeyrek kısmından. Sonra uzadım, uzadıkça daha uzağa uzandım. Elim kolum uzun olmasa da(!) hiç, yarım kalmış adanın boyunu geçti boyum. Gördüm ki bir yarısı daha var. Bildim ki bambaşka hayatlar var. Gördükten sonra hep şu benzetmeyi yapar oldum; yumurtanın fırçalanmayan tarafı biziz. Eskiden televizyonda çokça rastladığım bir reklamla adayı açıklar olmuştum. Yumurtanın fırçalanan tarafı sağlam, fırçalanmayan tarafı ise çürük; ah o reklam, vah bu adayı bu hale getirenler.
Her ülkede sınırlar var zannederdim çocukken, her ülke bölünmüş ve yarımdır algısı çocuk aklıma yerleşmişse belki de okul boyunca yürüdüğüm yoldaki teller yüzündendir. Uzun bir koridor duvarına elinizi sürerek yürüyebilirsiniz de uzun tel duvarlara sadece gözleriniz sürülebilir. Baktıkça kanar gözbebekleriniz fakat çocukken bilmezsiniz, büyüdüğünüz zaman size batar çünkü gözler değişmeyen tek organınızdır hep aynı kalır. O kadar aynı kalır ki sadece çocukluğunuzu bilen biri bir gün çıkar ve büyük halinizi gördüğü zaman “gözlerinden tanıdım sensin” der. Şaşar kalırsınız.
Büyüklerin neden çocukken mutlu olduğunu büyüyünce anlarsınız, çünkü artık siz de sadece çocukken mutlu olacaksınız. Büyüdükçe büyüyecek olan dünyanıza binlerce ülke on binlerce insan sığacak. Nüfus patlamasını, yarım kalmış adanıza taşınan nüfusla anlayacaksınız. Size yetmeyen araziler başkalarına nasıl yetecek diye hesapsızca yapılan hesaplar için yanınızda hesap makinesi taşıyacaksınız. O da bozuk çıkacak ve hiçbir hesabı yerinde yapamayacaksınız, size verilen her rakam sahte her rakım yanlış çıkacak. Elinize bir kadeh rakı alıp dost sofralarında ah adam deyip yakınacaksınız. Sizi bu hale getirenler dillerine kına yakacak. Siz sevindiklerini çok sonra anlayacaksınız. Çünkü artık dillerine bakacaksınız elleri yerine.
Size ait olmayan evler, bilmediğiniz kültürlerdeki insanlara ait olacak. Onlar da o evleri yıkıp yerine yüksek yüksek binalar yapacak. O evde doğan kişi bir gün evini bulmak istese bulamayacak. Bir ev bir hayat işte o an yok olacak. Yok oluyoruz diye çığlıklar atıp dolanacaksınız sokaklarda. Sokak adları size neyin yaratıldığını bağıracak ama siz kendi sesinizden onları duyamayacaksınız. Kaybolup gitmek böyle başlayacak; ilk sokak adından, ilk yıkılan evden. Bununla da kalınmayacak kim kurallarını yaşatmak isterse, kendisine ters düşen herkesi ve her şeyi yaşatmayacak. Siz anlayana kadar her şey bitmiş olacak. Biz anlayana kadar her şey bitti. Herkes gitti. Ama var. Birileri var. İnatla direnen, her şeye rağmen buradayım diyen. Vazgeçme diyen birileri mutlaka var. Olacak da. Çünkü gülmek de insana ağlamak da. Gözyaşının bu kadar çoğaldığı bir zamanda, yarımlığı çeyreğe bırakan bir adada mutlaka direnen insanlar sayesinde bir şeyler bir gün olacak. Olmalı. Yoksa neye yarar gülmeyi bilmek, neye yarar inadına tebessüm etmek, neye yarar onca acıya rağmen yaşamaya devam etmek…
Tüge Dağaşan