Dilenci
Ne acınası bir tanımlama değil mi?
Kimi para dileniyor kimi de merhamet.
Sadaka ve biat kültürü olan yerlerde dilenmek en kolay yol bazı durumlar için.
Mesela oy ve iktidar dilenerek seçilenler, sıradan bir dilenci gibi allah razı olsun yerine sizden razı olsun derler. Villaları, lüks araçları hatta metresleri sizin sayenizde ödenir. Size verilen sadaka ise bir pusulaya basılacak mürekkepli mühürden ibarettir. Sonra dilenirler rüşvet, dilenir sokakta ama dillendirenlerin de çoğu zincirin bir halkasıdır aslında.
Alkış da dilenir sahnede kıvıranlar. Zannedersin Pavarotti bu kurnazlar ya da Callas. Bahşişi bırak ücretinin tamamını almadan sahneden adım atmazlar. Oysa topu topu 3 beş kumarbaza mezedirler adada. Ana karada bulamadıkları itibarı pazarlarlar ahmaklara.
Trafikte yol dilenir hale gelir ambulans, memur enflasyon oranında zam, patron vergi indirimi dilenir pazarda. Dile getirmez genelde dilin ucuna gelen ama dillendirmek lazım arada.
Aşk dilenir ergen, af diler sanık mahkemeden. Dile benden ne dilersen diyenler varken bir bakarsın ki dilek olmuş istediğin kendinden.
Dilenci gördüm Lefkoşa’da. Hem de Arasta’nın tam ortasında. Kalem, çorap, mendil satan değil, bildiğin avuç açmış uluorta. Tam da Lokmacı kapısının Kuzey yakasında.
Çektim bir sandalye bir de sade kahve. Başladım izlemeye. Tek tük müslüman olduğuna inandığım Türkçe konuşanlar birkaç metal lira koydular avucuna. Çoğu yabancı turist kendi para birimlerinden en düşük banknotla ortak olmuştu sadakalara.
Çok geçmedi ay geceyi dilendi güneşten.
Sokak lambaları elektrik idareden.
Dilenci hemen yan masama oturdu onu izlediğimi fark etmeden. Tek tek saydı hasılatı. Bizim paramızla 6-7 bin Türk lirası. Sonra bahşiş de bıraktı, yürüdü Sarayönü’ne doğru, kuyruktaki Mercedes’te aldı soluğu.
Anladım ki artık erdem ve ahlak için bile dilenmek gerekli.
O zaman cevap şuna çıkıyor: Allah versin.