Coğrafyanın İnsan Hayatındaki Rolü: Kader mi, Seçim mi?
"Coğrafya bir yoldur, lakin yolun kaderini irade tayin eder."
Evet, "coğrafya kaderdir" (orijinal Arapça ifadesiyle "el-cûğrafya kadr") sözü, İbn Haldun’a atfedilen bir sözdür. İbn Haldun tam olarak bu kelimelerle ifade etmese bile, Mukaddime adlı eserinde bu anlamı ifade eden pek çok tespiti mevcuttur. İbn Haldun, "umran" (toplumların gelişim süreci) teorisinde toplumların yaşam biçimleri, kültürel ve ekonomik yapılarının büyük oranda coğrafi koşullara bağlı olarak şekillendiğine vurgu yapar. Bu sözü daha sonra siyaset bilimciler ve tarihçiler, İbn Haldun'un düşüncesine dayandırarak popüler hale getirmiştir.
Modern dönemde ise "coğrafya kaderdir" sözü, Fransız siyaset bilimci ve tarihçi Alexis de Tocqueville'e atfedilir. Tocqueville, bu ifadeyi doğrudan kullanmamış olsa da, coğrafyanın ülkelerin toplum yapısı, hukuk sistemi, bireysel özgürlükler ve siyasal sistemleri üzerindeki etkilerini savunmuştur. Her iki düşünürün çalışmalarında görüldüğü üzere, coğrafyanın toplumların sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapıları üzerindeki etkisi inkâr edilemez.
Bu yazımızda yanıt arayacağımız sorular şunlardır:
- Coğrafya kader midir ve bu kader zorunlu mudur?
- İbn Haldun, “coğrafya kaderdir” ifadesiyle kaderi dini-felsefi bir bağlamda mı ele almıştır?
- Coğrafya mı kaderi tayin eder yoksa insan mı coğrafyanın kaderini tayin eder?
Kader kelimesi, Arapça kökenli bir sözcük olup, "takdir" anlamına gelir. Arapça "k-d-r" kökünden türetilen bu kelime, "bir şeyin ölçüsü, planı" gibi anlamları içerir. Kader kelimesi, insanların yaşamını etkileyen evrensel bir güç veya güçlerin belirlediği bir durum anlamında kullanılır.
Coğrafya, toplumların yaşamını (kaderini) etkileyen önemli bir güç olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Coğrafya, çevresel koşulları ve yaşam alanlarını belirlerken, kader ise bu koşullar altında nasıl bir tavır takınılacağı ve hangi yolların tercih edileceğinin ölçüsü ve planıdır. İbn Haldun “coğrafya kaderdir” sözü ile coğrafyanın insanın ekonomik, siyasal ve kültürel olarak tercihlerinde önemli bir etken olduğunu vurgularken, insan iradesinin bu kaderi değiştirebileceğine dair önemli tespitlerde bulunur. Bu bağlamda, İbn Haldun kader mevzusuna dini-felsefi bir bakış açısıyla bakmaktan ziyade, kaderi toplumların tercihleriyle açtıkları bir yol olarak görür.
Kimi insanlar kadere determinist bir yaklaşımla “tanrının gazabı” olarak bakar, kimileri ise kadere teslimiyetçi bir bakış açısıyla yaklaşır ve “bu işin kaderinde var” der. Depremler olur, binlerce insan enkaz altında can verir; bu felakete sebep olanlar ise kendi sorumluluklarını unutup “Allah’ın kaderi” der. Hâlbuki sorumluluğu kadere yüklemek, kendi ihmallerini gizlemek yaratıcıya bir tür "katil" vasfı vermektir. Kimi insanlar ise tüm bu yaklaşımları uzlaştıran geleneksel bir bakış açısını savunur. Fakat yazımızda kaderi dini-felsefi yönüyle ele almayacağız.
Coğrafya kaderdir sözü ve bu yaklaşımlar bazı tartışmaları beraberinde getirse de ne yaşadığımız coğrafya bizim için tayin edilmiş bir cehennemdir, ne de biz bu kaderin mahkûmuyuz. Maalesef, yaşadığımız coğrafya cehaletin, yoksulluğun, siyasal istikrarsızlığın, demokratik değerlerin yok sayıldığı, kurumsal yetersizliğin, adaletsizliğin ve sosyal sorunların yoğun olduğu bir yerdir. Depremde kaybettiğimiz masum çocuklarımızın ölümü, hastanelerde yaşanan bebek ölümlerini ve toplumdaki yolsuzlukları sadece kadere yükleyebilir miyiz? İnsanın kendi ihmali kaderin dayatması değil iradenin iflasıdır. Hani bir söz vardır; “insan zulmeder kader adalet eder.” Diye… Evet, kader bir ölçüyse ve coğrafyanın dengesiyse, kantarın topuzunu kaçıranlar gün gelip tartacağını da hesap etmeliler. “Kader ağlarını örmüş" derler, evet, kader bir ağdır ve toplumu birbirine bağlar. İnsan, iradesiyle iyiyi temsil ederse bu ağ toplumu güçlendirir huzur verir, aksi takdirde insan kötülüğe yönelirse bu ağ boynumuza dolanır dert kaynağı olur.
Buradan hareketle; “Coğrafya bir toplumun kaderini tayin etmez, insan coğrafyanın kaderini tayin eder.”
Nurettin Topçu[1], vefatından kısa bir süre önce yazdığı bir mektupta insanın coğrafyanın kaderine nasıl etki ettiğini ifade eder:
"Hizmetine ömrümü harcadığım memlekette dostlarım kalmadı gibi bir şey. Adeta yapayalnızım, boşlukta ve etrafımdakilerden başka bir dünyadayım. İnsanın düşkünlüğünü, sefaletini bilirdim ama ruh sefaletinin bu kadar karanlığını görmemiştim. İnsan diyerek emek verdiklerimin hemen hepsi ruh ve mana mefhumuna yabancı, menfaat kölesi bir takım haşerelermiş. Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark'ı (Doğu’yu) yaşadıkça tanıyorum. Burada insanı fenerle arayanlar yanılmamış. ‘Müslümanız’ diyen insan yığını, Şark’ın en aşağı tabakasını teşkil ediyor. Müslümanlık, yaşanan şekliyle Müslümanlık, Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; ne de Allah uzanır. Bunlar, önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım." Nurettin Topçu, insanın coğrafyanın kaderine nasıl etki yaptığını net olarak ortaya koydu. Demek ki her şeyden önce coğrafyanın kaderine müspet tesir etmek istiyorsak insan olmayı başarmalıyız!
[1] Nurettin Topçu (1909-1975), Türk düşünür, yazar ve eğitimcidir. "İsyan Ahlakı" adlı teziyle Sorbonne Üniversitesinde doktorasını tamamlamış ve ahlak felsefesinde dikkat çekmiş bir sosyologdur. Sorbonne Üniversitesinde hocası olan ünlü filozof Henri Bergsondan etkilenmiş olup “hareket felsefesi” ve “islam sosyalizmi” gibi kavramları düşüncesinin ana temelini oluşturur.