Beyaz Zambaklar Ülkesi ve Siyasal Mehdilik-2 KKTC ve Siyasal Mehdilik

Aslında yıkılan devletler değildir, toplumun kendisidir.

Geçtiğimiz yazıda, Snellman’ın eğitim yoluyla Finlandiya'yı bir "bataklıklar ülkesi" olmaktan çıkarıp, "beyaz zambaklar ülkesi"ne dönüştürmek amacıyla eğitimcilere, aydınlara ve din adamlarına yaptığı toplumsal uzlaşı çağrısını ele almıştık. Bu hafta ise, onun yöneticilere yönelik çağrısından yola çıkarak, KKTC özelinde siyasal mehdilik olgusunu tartışacağız. 

Picture 11111

Siyasal Mehdilik ve Snellman

Snellman’ın çağrısı, toplumun her kesimine hitap etmiş ve Finlandiya'da toplumsal uzlaşı ve bilinçli katılım sayesinde halk, bir kurtarıcı figüre bağımlı olmadan ulusal bir dönüşüm sağlamıştır. Bu yaklaşım, toplumsal sorumluluğun her birey tarafından paylaşılmasını savunmuş ve devletin yüzü olan memurlara yaptığı çağrı şu şekildeydi: “Halk, sizin ona hizmet ettiğinizi görsün. Asalak gibi yaşamadığınızı, halkın refahı için çalıştığınızı ve halkınızın hamisi olduğunuzu hissetsin.”[1] Bu ve benzeri çağrılar ile toplumun bütün kesimlerini toplumsal birlikteliği güçlendiren aktörler haline getirmiştir. 

Snellman’ın toplumsal sorumluluk ve kolektif bilinç vurgusu, bireysel kurtarıcı figürlerine dayalı bir yaklaşımı reddederek, toplumun her bireyinin sorumluluk alması gerektiğini savunmuştur. Mehdi, çoğu zaman toplumun kurtuluşunun tek bir kişiye yüklenmesi anlamına gelir. Oysa Snellman’ın savunduğu toplumsal uzlaşı modeli, bu tür bir bireysel liderlik anlayışından uzak durur ve toplumsal sorumluluğun tüm bireyler arasında paylaştırılması gerektiğini öne çıkarır. Bu bağlamda, siyasal mehdilik yazımızda bir metafor olarak kullanılacak ve gerçek kurtuluşun tek bir birey veya liderin müdahalesiyle değil, toplumun kolektif çabasıyla sağlanacağı vurgulanacaktır. Şimdi, Mehdi kavramına daha yakından bakalım.

Mehdi Kavramının Tarihsel Arka Planı ve Seküler Tarikatlar

"Mehdi" kelimesi, Arapça kökenli olup "hidayet edilen" veya "doğru yola yönlendirilen" anlamına gelir.[2] Bu terim, bir halkın kurtuluşunu sağlayacak, zalimlere karşı adaleti tesis edecek bir figürü ifade etmek için kullanılır. İslam’daki bu anlam zamanla bir metafor haline gelmiş, toplumlar, özellikle zor dönemlerde, liderlerini bu figürle özdeşleştirerek onları “kurtarıcı” olarak görmeye başlamışlardır. Mehdi kavramı, dünya çapında pek çok din ve kültürle bağlantılı olarak benzer bir kurtarıcı figürünü simgeler. İslam’daki Mehdi inancı, özellikle Şii mezhebinde, 12. İmam’ın geri dönerek adaleti tesis edeceği ve zulmü ortadan kaldıracağına dair bir beklentiye dayanır. Ancak Mehdi kavramı yalnızca İslam’a ait değildir. Hristiyanlıkta Mesih’in ikinci gelişi, Yahudilikte Mesih’in ortaya çıkışı, Hinduizm ve Budizm gibi doğu inançlarında da kurtarıcı figürlerine rastlanır. Bu figürler, toplumsal hareketlerin şekillenmesinde önemli bir rol oynamış, dini ve siyasal liderler tarafından zaman zaman toplumu etkilemek ve yönlendirmek amacıyla kullanılmıştır.

Modern Siyasal Mehdilik ve Seküler Tarikatlar 

Mehdi kavramı, tarihsel olarak bir kurtarıcıyı simgelerken, modern dönemde bu kavram sekülerleşmiş ve siyasal liderlik biçimlerine dönüşmüştür. Bu dönüşümle birlikte, siyasal hareketleri "dünyevi" ya da "seküler tarikatlar" olarak adlandırmak mümkündür; zira bu hareketler, lider etrafında şekillenen ve toplumsal kurtuluşu tek bir figürün önderliğine yükleyen yapılardır. Tarikatlar, kelime kökeni itibarıyla "yol" veya "yön"[3] anlamına gelir; ancak bu kavram, yalnızca dini bir yönelimi değil, aynı zamanda ideolojik bağlarla şekillenen toplumsal hareketleri ifade etmek için de kullanılır. Seküler tarikatlar, dini öğretilerden bağımsız olarak, lider etrafında şekillenen ideolojik yapıları ve bağlılıkları ifade eder. Bu bağlamda, seküler tarikatlar aslında siyasal partilere bir atıftır; yani siyasal partiler, bir nevi tarikatlar gibi, toplumun kurtuluşunu bir liderin etrafında birleşerek ve tek bir figürün önderliğine yükleyerek organize olmuş yapılardır. Bu, bir tür "Mehdi" figürü gibi, toplumsal ve siyasal hareketlerin liderlik anlayışını yansıtan bir metafordur. Modern siyasal hareketlerde, liderler halkı adeta birer Mehdi gibi kurtarıcı olarak görmeye zorlar. Ancak bu liderler, gerçek bir toplumsal dönüşüm sağlamak yerine, kitlelerin bağımsız düşünme yetilerini yok eder ve ideolojik esneklikten yoksun bir sistem inşa ederler. Bu sistem, ideolojik anestezi olarak tanımlanabilir; yani kitlelerin düşünme yetisi, kendi çıkarlarını savunma ve eleştirel düşünme becerileri zayıflar. Bu süreç, toplumsal alanın daralmasına ve sivil toplumun zayıflamasına yol açar.

Modern ulus-devlet yapılarındaki merkeziyetçi yapılar, sivil alanı ciddi şekilde daraltmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'ndaki gibi vakıf, eğitim ve dini alandaki sivil örgütlenmeler, günümüzde seküler tarikatların emri altında devletin merkeziyetçi yapısına evrilmiştir. Bu dönüşüm, halkın çözüm arayışlarını yalnızca devlete ve onun liderlerine yönlendirmiştir. Böylece toplum, devlet gücünü ve liderini, her türlü sorununu çözecek yegâne otorite olarak kabul etmiştir. Sonuç olarak, bu yapı, doğal bir biçimde siyasal mehdiliği ve  seküler tarikatları doğurmuş; liderler, toplumu yönlendiren, eğiten ve dönüştüren birer "mehdilik" figürüne dönüşmüştür.

Böyle bir yapıda toplum, her şeyi liderlerden veya devletten beklerken, sivil alan güçsüzleşir ve toplumsal yapılar erir. Bu durum, toplumsal uzlaşının kaybolmasına ve bireylerin yalnızlaşmasına yol açar. Oysa gerçek çözüm, ancak toplumsal cemaatin güçlenmesi ve sivil alanın yeniden inşasıyla mümkündür. Bireylerin bağımsız düşünce ve girişimle toplumsal sorunlara katkı sağlaması, sivil toplumun bu çıkmazdan kurtulması için esastır. Seküler tarikatlar ve siyasal mehdilik, modern toplumlarda toplumsal sorunların çözümünü tek bir figür veya devlete indirgerken, sivil toplumun ve toplumsal cemaatin güçlendirilmesi, bireysel düşünceye ve katılıma dayalı bir toplumun oluşturulması, bu çıkmazdan kurtulmanın tek yoludur. Snellman’ın Fin halkı ile gerçekleştirdiği başarı, bu anlayışın hayata geçirilmesinin örneğidir ve bize bu yönde bir ilham sunmaktadır.

KKTC’de Toplumsal Çözülüş ve Bir Gelecek Arayışı 

Tarih bize yıkılanın aslında devletler değil, toplumlar olduğunu defalarca göstermiştir. Bir devlet, içeriden çürüdüğünde ya harici bir müdahaleyle ya da içsel çöküşle yıkılır. Çoğu zaman her ikisi birden gerçekleşir. Sonunda, enkazın altında yalnızca devlet değil, o devleti oluşturan toplumda kalır.

KKTC'de toplumsal uzlaşının ciddi bir kriz içinde olduğu ifade edebiliriz. Sorunlar, kolektif bir bilinçle değil, bireysel çabalarla çözülmeye çalışılıyor. Aynı meselelere herkes farklı noktalardan bakıyor ve söylem üretiyor; ancak ortak bir tavır geliştirmek mümkün olmuyor. Sonuç olarak, herkes kendi küçük dünyasında bir kurtarıcı rolüne bürünüyor. Fakat bu kadar çok "Mehdi"nin olduğu bir yerde kimse kimseyi duymuyor. Ve ne yazık ki, böyle bir düzende gerçek bir kurtarıcı gelse bile, onu bekleyenler tarafından[4], tıpkı İsa gibi, çarmıha gerileceğinden şüphem yok. Akademik camia, ülke sorunlarına neredeyse hiç temas etmiyor ve entelektüel bir ağırlık ortaya koymaktan uzak. İktidar seçkinlerine rıza üretmek dışında bir misyon üstlenmedikleri, özellikle son zamanlarda sahte diploma krizine dair toplumsal itibar adına herhangi bir çıkış yapmamış olmaları gerçekten üzücü. Müftülük, kendi ekseni içinde birtakım girişimlerde bulunsa da sesi duyulmuyor. Siyaset, toplum nezdinde en güvenilmez kurum olarak görülüyor[5], ama kimse kapısından ayrılmıyor. Yargımız bağımsızdır elbet!, dava durumunu merak etsen; “davan çözülür bir gün az daha sabret”; adalet geç gelmiş, kime ne? Kamu idaresi işliyor keyfince! Devlet daireleri desen, memurla dolu; ancak işini halleden bir Allah kulu yok! Bu parçalanmış yapıda, ortak bir gelecek inşa etmek nasıl mümkün olabilir?

Bugün federasyonu veya egemen eşit devlet tezini savunanlar, bu toplumsal çürümenin farkında mı? Yıpranmış eğitim sistemi, yozlaşmış siyaset, işlevsiz kamu idaresi gibi temel sorunlar çözülmeden, kurulacak yeni bir düzen nasıl işleyecek? Onca kör düğüm olmuş meseleyle nasıl başa çıkacaklarına dair bir vizyonları var mı? Oysa Snellman’ın çağrısıyla, ulusal uzlaşı temelinde küllerinden yeniden doğan Finlandiya örneği önümüzde duruyor. Ulusal birlik ve ortak vizyon olmadan, ayrışarak uzlaşmaya çalışmak bir oksimorondan ibarettir.

Sahte Kurtarıcılar ve Kendi Doğrusuna Mahkûm Olanlar

Ne yazık ki, bizim gerçekliğimiz bu çerçeveden çok uzak. Herkes, kendi doğrularıyla bir yere çekiliyor, kendi mahallesinde kurtarıcı rolüne soyunuyor, ama ortak bir zeminde buluşmak mümkün olmuyor. Bu zihniyetin sonuçlarını her gün yaşıyoruz.

Bir zamanlar sayın müftü, kadınlara yönelik yaptığı bir konuşmada, peygambere ait bir hitabı bağlamından koparıp, hüküm cümlesi gibi dinleyicilere sunuyor. Ardından, ülke ayağa kalkıyor. Kimileri bunu Anayasada belirtilen laiklik ilkesinin ihlali olarak görüyor, kimileri İslam’ın kadına bakışının çarpıklığına kadar işi ileri götürüyor, kimileri müftüyü gericilikle suçluyor, kimileri ise "Bu, peygamberin sözüdür" diyerek karşı tarafı cehaletle itham etti.

Oysa burada temel sorun, anlatanın hadiseyi bağlamından koparıp, bir hüküm bildirir gibi yansıtmasıydı. Lakin toplumsal mutabakat olmayınca ve karşılıklı birbirini dinleme cesaretini gösteremeyenler, kılıçlarını çekip kurtarıcı mehdi rolüne büründüler.

Aynı durum, Apostolos Andreas Manastırı'na mescit yapılması tartışmasında da yaşandı. Koskoca Zafer Burnu dar gelmiş gibi, Manastıra mescit yapılmasını "kılıç hakkı" olarak görenler oldu. Ancak, Hz. Ömer Kudüs’ü fethettiğinde, şehrin anahtarlarını teslim almaya gittiğinde, papazlar kilisede namaz kılması için halifeye davette bulundular. Fakat Hz. Ömer, "Gelecekte Müslümanlar, halifenin burada namaz kıldığını söyleyip hak iddia ederler" diyerek bu teklifi kabul etmedi ve kilisede namaz kılmadı. Yine, Hz. Peygamber, "Yeryüzü bana mescit kılındı" demişken, bugünün dar zihinleri, yeryüzünün genişliğine rağmen bir manastıra mescit yapmayı hedefledi.

Bunlar yetmezmiş gibi, ülkede bir seks işçisinin ölümüne dair tartışmalarda bile ortak bir vicdan zemini kurulamadı. Kadının hakkını savunmak her vicdan sahibinin görevidir; ancak bunu yaparken İslam’ın fuhşa bakışını göz ardı edenler, meseleyi eksik ele alıyor. Aynı şekilde, müftüyü kadın hakları bağlamında eleştirenler de, İslam’ın seks işçiliğine dair duruşunu hesaba katmıyor. Herkes, kendi doğrularını en mutlak hakikat olarak kabul ediyor; ama ortak sorunlara yönelik ortak bir çözüm arayışı ve toplumsal mutabakat yok.

Sonuç olarak, aslolan efgalito (okalyptus) ağaçları ile bataklıkları kurutmak değil, toplumsal uzlaşıya dayalı eğitimle bu bataklıkları kurutmaktır. Toplumun gerçek sorunlarına odaklanmak yerine, herkesin kendi dar doğruları etrafında dönmesi, toplumsal uzlaşıyı engelliyor ve çözüm arayışını belirsizleştiriyor. Oysa tıpkı Snellman’ın Finlandiya örneğinde olduğu gibi, toplumsal sorumluluğun paylaşılması ve ortak bir vizyon etrafında birleşilmesi, sadece ulusal bir dönüşümü değil, aynı zamanda her bireyin katkısıyla gerçek bir kurtuluşu mümkün kılacaktır. Bu, ne bir liderin tek başına başarabileceği ne de bireysel kurtarıcı figürlerinin peşinden gidilebileceği bir yol; fakat bir toplumun birlikte ayağa kalkarak, kolektif bir bilinçle çözebileceği bir çıkış yoludur. 

Bir şiirle Hali Pür-Melâlimiz ifade edeyim;

Mehdiyi Beklerken!                                     

Bataklıklar ülkesinde tam umut bitti derken,                
Asırlık zambak dirildi, garpte gün batarken.
Sordu bana, şarkta nedir durum? Az biraz bahset.
Dinle o vakit, başlıyorum seyret,

Bizde eğitim grevle başlar, grevle biter,
Snellman görse, “Bunlar bizden de beter!”
Devlet daireleri tıklım tıklım, memurla dolu,
Lakin işini halleden yoktur bir Allah kulu!

Bağımsızdır yargımız, inanırız elbet,
Davan çözülür bir gün, hele az daha sabret.
Adalet geç gelmiş, kime ne?
Kamu idaresi işliyor zaten keyfince!

Akademi suskundur, göz yumar her şeye,
İktidara rıza üretir yavaş yavaş ve sessizce.
Diplomalar sahte, itibar yerde,
Kimse çıkıp da söz etmez yiğitçe.

Müftülük konuşur, vaaz eder gönlünce,
Hem söyler hem dinler, kendi bildiğince.
Siyasete güven mi dedin? Hadi canım sen de!
Kapısına temiz giren, çıkar mı ki öylece?

Toplumsal uzlaşı yoktur, herkes olmuştur hoca,
Keyfince takılırız, zamanı ederiz boca.
Hep bekleriz bir gün çıkıp gelsin Mehdi,
Lakin çıkar karşımıza, koskoca bir “la edri.”

Üzdüysem seni, ey zambak, bağışla beni,
İsterdim ki ülkem yırtsın bu kalın kefeni.
Duyur sesimi, beyaz zambaklara,
Koşarak gelsinler Nevbahar’a.

Selçuk Genç.


[1] Petrov, G. (Çev. A. Seyrek). Beyaz Zambaklar Ülkesinde. İstanbul: Melisa Matbaacılık, s. 111-117.

[2] MEHDÎ - TDV İslâm Ansiklopedisi (detaylı bilgi)

[3] Tarikat Kelime Kökeni, Kelimesinin Anlamı - Etimoloji

[4] Sanhedrin Cemiyeti: Yahudilerin Sanhedrin Cemiyeti, Romalılara karşı bir Mesih beklerken, İsa'nın gelişi mevcut düzeni tehdit etti. İsa, toplumsal ve dini yapıyı sorguladığı için, dini liderler ve halk tarafından reddedildi. Sonuçta, bekledikleri kurtarıcıyı, kendi elleriyle yok ettiler. Prof. Dr. Suat Yıldırım'ın "Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık"

[5] CMIRS araştırma sonuçları... En güvenilir kurum ordu... En az güven m