Dünyada bahsedilmemiş konu, yazılmamış olay, bilinmedik konu, anılmadık karakter yoktur derler. Öyledir belki de, bu yüzden bazen bizim düşündüğümüz önceden ya da sonradan düşünülür. Yine de bitmez; rengi, tonu, deseni, ağırlığı değişir, yaşayan yaşatan değişir fakat tekrar eder her olay, her konu, her şey.
Bir atı yakından gördüğüm o günü düşünürüm de. O nasıl muazzam bir andı. Bir atı sevmek, başka bir boyuta geçmekle eşti benim için yine de sevememiştim ellerimle. Gözleri eksi olan o atı, gözbebeklerini yakından inceleyerek keşfetmek bana çok artılar katmıştı. İnanılmazdı. O anki coşkumu, heyecanımı unutmam. En azından heyecan verici oluşunu hep hatırlayacağımı bilirim aklım izin verirse yıllar sonra da ve ölüm kapımı yakın zamanda çalmazsa.
Heyecan ardına çöküş yaşama nedenimiz nedir? Heyecanların, mutlulukların anlık olma nedeni, geçmişte hep iyi hatırlayıp bugün de iyi hatırlarken, yazarken ve konuşurken sonrasında neden düşer enerji. Oysa bir videoda görmüştüm, keyifsiz hissedenlere müziği ile moral aşılayan, izlerken dahi enerji yükselten biri vardı. Birileri hep var.
Dünyanın derdini çekiyor dahi olsanız, yanlarına gittiğiniz zaman size iyi gelen birileri hep olacak, olmalı. İşte o an sanki hiç derdiniz yokmuş gibi hissettirirsiniz yanınızdakilere. Onlar bunun nedeninin kendileri olduklarını bilmezler. Enerji işte bu kadar önemli.
Biz yarım kalmış çeyrek adada, neyin derdindeyiz peki?
Gerçekten neyin derdindeyiz? Neleri dert ediniyoruz kendimize, umutlandıran kişileri görüp mutlu olurken ve desteklerken; mücadele uğruna neleri dert ediniyoruz?
Mesela bir Avrupa Parlamentosu seçimi bizim için dert mi? Değilse neden dert değil?
Mesela yerli halkın ev sahibi olamaması, 2024 yılına baktığımız zaman bu yılda kiralayacak ev dahi bulamaması bizim için dert mi? Değilse neden dert değil?
Maaşlara orantısız ev kiraları, maaşlara yetmeyen ev hanesinin harcamaları -ki bunlar sadece temel ihtiyaç çerçevesindeki ihtiyaçlar- işsizlik derdi altına toplanan “ben bu işi yapmam”lar, yapanların da emeğinin karşılığını alamaması ve dahası.
Derdimiz ne cidden? Derdimiz sadece reyting olabilir mi?
Her konuda, her alanda. Daha çok izlenmek, daha çok konuşulmak. Daha fazlası hep. Daha tok olmak, daha çok öldürmek, daha çok ölmek, ezilmek, sömürülmek, sömürmek. Hep daha fazlası hep.
“Bir Derdim Var” adlı bir diziye başlamıştım. Dizilere başlamak önemli bir iştir, zaman ister. Düşündürüyorsa bir de, insana bir şeyler katıyorsa olumlu yönde, farkındalık yayıyorsa, bilgi veriyorsa işte o zaman reyting de ister devam edebilmesi için fakat bu tarz filmlere reyting gelmez. Reyting gelebilmesi için saçmalamak lazım, kurmak lazım en olmadık şeyleri, bu kadar da olmaz dedirtmesi lazım, reyting düşmeye başlayınca bir çocukluk travması lazım, kötüler bakın görün nasıl iyi olur o zaman. Tam ergenlik dönemi çocukların dilini çözebilecektik diye düşünürken ne oldu dizi yayını sona erdi. Ne öğrendikse kârdı deyip geçtik.
Biz yerli halk da yayından kalkmak üzere ama öyle ama böyle. Yarım kalmış adanın çeyrek tarafında hızla düşüyor yaşam standartları. Umutları inişli çıkışlı olsa dahi ilk sırada değil.
Dert edindiğimiz konular öyle çok ki hangi birini saysam, hangi birine öncelik versem bilmiyorum. Okulsuzluk derdimiz, yolsuzluk derdimiz, yol’suzluk dahi derdimiz, evsizlik, yersizlik hep derdimiz.
Sahi biz ne olacağız? Biz daha ne kadar düşeceğiz? Birileri de bizi dert ediniyor mu ya da edinecek mi artık?
Tüge Dağaşan