Giderek boğuluyor insan. Giderek daha çok yabancılaşıyor adasına, atasına, evladına…
Giderek daha çok kendine çekiliyor, daha çok tanıdıkça kendini daha çok kendiyle olmak istiyor. Kimine göre yalnızlık suç, kimine göre değil. Susuyor insan bir yaştan sonra, söyleyecekleri var elbet, yapacakları var fakat yaşım mı yoksa yaşananların gizemi mi nedir bilinmez; insan daha çok sessizliği tercih ediyor, azlığı, yokluk-yoksulluk değil burada kastettiğim, az olan. İnsanın az ve öz olanı, yemeğin az ve kaliteli olanı, içkinin, içeceğin, mekânın ve hatta zamanın da. Az olsun, kısa sürsün ama doyurucu olsun. Boş olmasın. Boşa gitmesin kalan zamanın anları.
Evlerimizin yanında bulunan evlerin içindeki insanları tanımıyoruz artık, ne tanışacak kadar zamanımız var ne de güvenimiz. Yine de tanışıyoruz kimi zaman. Tanıştıkça etkileniyor, etkilendikçe kültürümüzü kaybediyor, kaybettikçe dönüşüyoruz ve aynadaki yüzümüze tanıdık gelemiyoruz. Kimiz neyiz sorularının peşine düşerek, zamandan düşüyoruz ya da zaman bizden düşüyor. Sokakları hızla değişiyor doğduğumuz mahallenin, sokaklarında oynayan çocukları da oyunları da biz değiliz, bize ait olmayan oyunlar; unutturdu bize oyunlarımızı. Biz sonrakilere unuttuğumuz şeyleri miras bırakamayız. Fakat kitapların arasında kuruttuğumuz kocaman bir maraz bırakabiliriz.
Yarım kalmış çeyrek adanın kuzeyinden güneyine, güneyinden de kuzeyine geçebiliriz. İki kimliğimiz ve bazen bir izin belgemiz ile. Kapılarda kendimizi kolayca ispatlayabiliriz dikdörtgen bir kart ile. Adımız soyadımız falan filan… Bazen de kimiz asla ispat edemeyiz.
Bunaldıkça gezilecek yerler arayabiliriz kendimize. Bazen kuzeyden güneye geçip bir markete sığınabiliriz, lüks bir yere gerek yok. Marketler yeterince lüks geliyor bize. Raflar arasında dolaşıp öylece sesler duyabilir ve farklı bir yerde olmak yerine adada olduğumuzu hissedebiliriz. Daha öz gelebilir oralar bize. Daha değişmemiş, daha yerinde. Kuzey çok mu değişti ne? Tanıyamıyoruz geçtiğimiz sokakları bile!
Arada bir yapmalı bunu fırsat bulup. Yollara çıkmalı insan. Adanın her tarafını dolaşmalı. Limasol’dan geçtim geçenlerde ilk kez. Öylece geçtim, uğrayıp döndüm desek yeridir. İnsan hep mi aynı hisseder gidip döndüğünde. Hedefe Baf’ı da ekledimse de vakti var bilirim ben de. Her şey vaktini bekler çünkü vakti değilse henüz olmaz. Yollar ah yollar ama en çok da marketler. Bir değil de on farklı markanın ürünü ise raflarda olan fiyat farkları ne kadar da etkili oysa bizim aklımız fikrimiz hep kahvelerde özellikle nes’li olanlarında. İlla ki bir kavanoz alacaksın, almazsan olmaz ve evet fiyatlar değişken, özellikle de kuzeye göre.
Daha özünde hissediyor bazıları güneye geçerken. Mevzu ne market ne başka bir şey. Yıkılan evlerdeki solmayan boyalara bile bakarken kaliteden bahsedebiliyor. Öz olana kendine yakın olana çekiliyor.
İnsan kendine insanını arıyor. İnsancıl olanı, insani değer taşıyanı. Ne güney ne kuzey ile ilgili bu. Bu insan ile ilgili. İnsan kim olursa olsun, nereden olursa olsun, insanı arıyor kendine.