İnsan ulaşamadığını sever derler. Belki de ulaşamıyorum diye seviyorumdur ya da bir kez ulaştım diye âşık olmuşumdur.

Genelde güncel olanı yazmam pek de mümkün olmuyor fakat bu defa oldu, güncel olanı, günlük olanı yakalayıp yazıyorum. Bugün sizlere bir tiyatro oyununun haberini vermek isterken nerelere gidip nerelerden geldiğimi bilseniz, anlatabilsem yazı dizisi olurdu fakat yazı dizisini çok başka bir konu için ayırıyorum. Bugün sizlere Pygmalion Bir Demokrasi Müzikali’nin Mağusa’da -KÜKOM’da- 5 Nisan Cuma günü sahneleneceğini duyurmak isterim. Gidip izlemenizi, izlememizi de öneririm, keşke hep birlikte izleyebilsek. İki sene önce izlediğim bu oyun için oyunda geçen bir repliği başlık yapmışım. Demiştim ki, demişler ki; “Natürmort resim sıçıyor çocuklar.” Burçhan Göze’ye ait bir oyun. Kesinlikle bir deha. Sonraki senaryolarını merakla beklediğim ender insanlardan biri.

Ailenizde tiyatro ile ilgilenen birileri varsa şanslısınız. Aileniz tiyatroya gidiyorsa daha da şanslısınız ve sanat dalları ile ilgilenen birileri çevrenizde ise -size yakınsa- aşırı şanslısınız. Siz fark etseniz de fark etmeseniz de size milyon şey katar ve bir gün mutlaka -geç de olsa- anlarsınız.

M.Ö. 300’lerden bugünlere dayanan bir oyun demişim önceki yazımda, imkân olsa da yeniden izleyip aradaki farkı gözlemleyebilseydim. Eksilen değil artan şeyler vardır mutlaka oyunda. İzleyecek olan kitle müthiş şanslı.

Hayranı olduğum, nerde olsalar gidip izlerim diyeceğim ekipler vardır. Tıpkı hayranı olduğunuz, olduğumuz, müzik grupları gibi. Konser olur gidersiniz, gideriz, ben de o ekipler söz konusu ise gitme, izleme, dinleme şansım varsa değerlendiririm. Bu bana yaşadığımı hissettirir. Değerlidir ve bizler için lükstür. Çünkü günlük çalışıp günlük kazanan kesimler, bazen bir kahve içimine bile “en büyük lüksüm” der. Bunu da kocaman emek verip birazcık karşılık alanlar çok iyi bilir.

Hepimiz zor şartların zorluklarından geçerken bir an olsun kendimiz için bir şeyler yapmak istiyoruz. Bazen yapabiliyor bazen yapamıyoruz. Nasıl ki sigara içen biri için o bir iki dakika aşırı keyif verir bazen ve dinlendirip düşündürür, sanatla ilgili konularda da kişi zaman zaman hem dinlenir hem düşünür. Tiyatro oyunlarında düşünmeyi, rahatsız olmayı ve aynı zamanda keyif almayı seviyorum. Aydınlanarak huzursuz olmayı özlüyorum.

Geçmiş yazımda dediğim güncel olaylardan sadece biri de şu yazdığım sanırım : “Kimler kral gibi yaşar? Krallık babadan oğula mademki geçer kralı da babası mı seçer? “Krallar gibi yaşarım çünkü ben bir kralım” diyor şarkıda. Sahnenin ışıkları kapanırken, kapatmayın çünkü ben bir kralım dese de halktan yumrukları yer ve ışıklar kapanır. O sırada seyirci “vur vur” diye bağırır. Oyuncuya vurmak kolay da zam yapana neden vurulmaz.”

Bazı oyunlar, çoğu senaryolar böyledir. Unutulmaz. Klasik olur. Ekiplerdir bunu başaran. Ananlar. Yoksa klasik romanlar neden klasik listesinde olmuştur sanırsınız? Siz halksınız, kimi isterseniz o başta kalır, kimi desteklerseniz o seçilir, kimi okursanız onu okutur, kimi severseniz onu sevdirirsiniz. Çoğunluğu yakaladığınız anda çoğunluk sizden olur, siz çoğunluk olursunuz. Aslında esas kral sizsiniz. Sadece farkında değilsiniz.

Oyunun kadın için düşünceleri ayrı düşündürüyor. Kadın dedin mi zaten milyon kere düşünüyor insan. Milyar kere düşündürüyor. Oyun kusursuz dersem bu senaryo ile bağlantılı olmaz sadece, yönetmen oyuncu ışık ses müzik her bir şey seyirci de dâhil. Dedim ya izleyebilen çok şanslı en az oynayan kadar.

Tiyatro ile ilk tanışmam aklımda olmasa da çocukluktan olduğunu bilirim. Ailemizde tiyatrocular vardı bu da bizi tiyatroya izleyici olarak dâhil etti. Alper Susuzlu ile bilinçsizce tanıştığım bu alan kim derdi ki aşkım olacak bir izleyici olarak. Sanatın her dalı büyüledi beni, tiyatro başka. Orada aileden gelen bir şey vardı. Annem babam tiyatro izlerdi, her oyunda prömiyerde bulunurlardı, bulunurduk. Bunun ne kadar önemli olduğunu çok sonra anladım. Onur duydum. Tiyatro demek biraz da babamın kahkahası demek, kahkaha atarken ellerini birbirine vurması demek komedi oyunlarında, tiyatro biraz da babam demek.

Sonraları üniversite yıllarında İlke Susuzlu’nun yönlendirmesiyle sahne ile tanıştım. Sahne büyülü yerdi. Diyaframı kullanmak ne demek öğrendim, öğrenmekle kalmadım öğrettim. Hâlâ kullanıyorum, kullanacağım ve diyaframdan yapıyorum çağrımı; gidin izleyin bu ekibin her oyununu! Ekip oluşturmak ve yıllarca o ekiple yola devam etmek o kadar zor ki. Bunun için de ayrı tebrik ediyorum sizleri; ekipleri yıllarca aynı kalanları, devam edenleri, vazgeçmeyenleri. Hep yeniden başlayanları.

İlk senaryolar, çalışmalar derken oyunlar, geceler, seyirci ile buluşmalar. Kısa sürse de upuzun izleri ile hayatımda kalanlar, kalacak olanlar. Müthiş bir deneyim. Sonsuz bir özlem. Hayatın farklı bir yerinden başlayabilseydim yaşamaya, daha başka seçeneklerim olabilseydi başladığım şeyleri yarıda bırakmazdım belki… Kim bilir belki başka bir boyutta.

Turneler, tiyatro sahnesinin zorluğu, sahnesiz olmanın ne demek olduğu ve sahne kurmak oyun öncesi. İzlenimler, çabalar. Tiyatro sahnesi olan yerlerde sahneye şaşırmak, sahne olduğuna şaşırmak. Bugün ise kocaman bir KÜKOM. Sahne. Işıklar. Kurmaya gerek yok. Her şey hazır. Hatırlarım da sahnesine salıncak kurulamıyor diye Padişah-ı Hâl-i Osman KÜKOM’a gelememişti (sanırım nedeni buydu ya da değildi). Lefkoşa’da izlemiş ve yine büyülenmiştim. O nasıl bir oyundu. Tıpkı Zalihe Susuzlu ekibinin “Sidikli Parkta Ciddi Bir Aşk”ı gibi o oyunu da unutmak mümkün mü? Bazı senaryolar efsanedir, ekipler, kişiler kesinlikle yıllar boyu anılır aynı heyecanla. Bende öyle en azından.

İstanbul’a ilk kez gidişim de yine turne sayesinde olmuştu. “Dışarısı İçeriden Karanlık” adlı oyunda oynayanlardan biri olarak. İstanbul’u saatlerce gezmekten mi bahsedeyim, ilk kez yurtdışı yapmaktan mı, suflörsüz oyunumuza şaşıranlardan mı, sahnede ansızın yaptığım saçma hatadan mı, hiç tanımadığım Dolgun abinin fotoğraflarımızı çekmesinden mi, oyun öncesi gözlerimize koyduğumuz çay torbalarından yoksa oyun sonrası yanlış hatırlamazsam Çiçek Pasajı’nda kulağımın dibinde çalan zurnadan mı… ah ne günler ne anlardı; hepsi de yazarken aklıma geldi.

Fakat en unutulmaz olanı da martılar. Martılara uzaktan hayranlığım Martı Jonathan ile başlasa da, İstanbul’da bir vapurda onları yakından gözlemlemek bir rüyaydı kesinlikle. Gökten bir iple indirilmiş gibi vapurun arkasından ilerlemeleri, bazılarınızın seslerini ciyak bulup sevmese de benim âşık olduğum o enteresan kuşlar ve sesleri. Zaman sonra adanın güneyinde bir sakilde Kıbrıs martıları diye duysam da inanmadığım o martıları görünce de aynı şaşkınlığı ve huzuru yaşamıştım. Aynı aşkı. Martı aşkına ne kadar muazzam canlılar onlar öyle. Eşsiz. Bunu mükemmelleştiren benim, benim için mükemmeller. Ben yapıyorum bunu çünkü bunlar benim duygularım. Biz istediğimiz her şeyi mükemmelleştirebiliriz. Fakat bazı şeyler gerçekten mükemmeldir, bir tiyatro oyunu gibi. Pygmalion Bir Demokrasi Müzikali.

Kaybolmaya yüz tutan, kaybolan o kadar değerimiz var ki. Ne kadar destekleyebilirsek o kadar yaşatırız yanımızda olanları, kalanları. Sahip çıkarak. O yüzden sahip çıkalım. Özellikle de tiyatroya.

Peki Pygmalion kim?

“Kadınlar aşkı bizden çaldılar / Güzellikleriyle kandırdılar / Ağzımıza sıçtılar” diyen kim?

Kadınlar böyledir işte isteseler her şeyi yapabilirler. İstesek her şeyi yapabiliriz. Yeter ki istesinler, isteyelim. Değil mi?

Sdfcgvh


Tiyatro, ah tiyatro. Yeri apayrı ve neden öyle düşünürdüm hep. Meğer o da çocukluğuma dayanırmış. Çocukluktanmış. İyi ki de öyle. Tiyatro ile büyüyebilsek hepimiz keşke. Keşke tiyatro salonları yanında belli yaş aralığında olan çocuklarla ilgilenebilecek saatlik ücret ödeyebileceğimiz yerler de olsa da rahat rahat oyunlar izleyebilsek, izleyebilse özellikle de kadınlar. Kadınlar istedikleri şeyleri isteseler yapabilirler de çocukları söz konusu oldu mu daraltırlar seçeneklerini, yavrucuklarını rahatlıkla bırakamazlar. İleride hem iş yerlerine hem eğlence yerlerine, hem tiyatro hem sinemalara böyle küçük iş imkânı sağlayabilecek yerler de açılır dilerim ki. İnanın büyük ihtiyaç. Aklımız evde olunca bedenimiz tiyatro salonunda olamıyor.

En çok da balkon konuşması ne âlemde son seçimden sonra onu merak ederim aslında. Birileri illa ki oyunla ilgili değerlendirme yapacaktır ve oradan takip edeceğim mutlaka.

Ah demokrasi ah demokrasi.

Sanırım yazıya son verme vakti… Gerisi sahnede. Cuma akşamı KÜKOM’da. İzleyin.

Ben tiyatroya bir martı gibi –kuşbakışı- bakmaya devam edeceğim uçabildiğim sürece…

Tüge Dağaşan