Ada 1974 kendini ikiye bölecek şekilde bir savaş yaşadı. Bir yerlerde uzlaşılar sağlayanlar adayı iki NATO müttefiki ülke arasında bölmeyi uygun gördüler.
Adayı bölen hat Mağusa’dan Yeşilırmak’a kadar uzanırken ortadaki başkenti de ikiye bölüp geçecekti. Aslında başşehir buna 1950’li yılların ikinci yarısında İngiliz idaresi tarafından hazırlanmıştı. Yeşil Hat dedikleri ve tellerle ikiye bölünen Lefkoşa adanın bölünmesinden 20 yıl kadar önce kaderine boyun eğmişti. Ve gecenin bir yarısında kırmızı ve mavinin dışında aranan yeşil bir kalemle çizilmişti Lefkoşa’da Yeşil Hat!
Bu bölünme planları içinde önce Lefkoşa ve sonrasında Kıbrıs’ın bütünü vardı fakat Mağusa yoktu. Adayı bölen çizgi Larnaka Yolu da dediğimiz 15 Ağustos Bulvarı’ndan geçecekti. Fakat 15 Ağustos gelip çattığında öyle olmadı. Hat Larnaka Yolu’nun çok ötesine taşınıp Derinya’nın aşağısına kadar ulaştı. Derinya’ya ulaşırken Mağusa’nın içinden de geçip şehri de ikiye böldü.
O gündür bu gündür 15 Ağustos’ta bu hattın Larnaka Yolu yerine Derinya sınırına kadar yer değiştirmesinin ve kentin içinden geçen dikenli tellerin perde gerisi tam aydınlatılamadı. Böylelikle Mağusa kentinin bütünü de bu bölünmeden payını alıp Maraş’ın büyük kısmı tellenip insansızlaştırıldı.
Belki de dünyada olmayan bir örneğin ta kendisi oldu Mağusa. Dikenli tellerle ikiye bölünmüş ama Lefkoşa’dan farklı olarak güney yarısı insandan izole edilmişti. Bu insansız bırakılan yarım Mağusa kenti 50. yılını geride bırakmak üzere.
Bölünmüş Mağusa’nın bir yarısının insansız hayalet bir kent olarak tanımlanmasının yanında kent ayni zamanda kuşatılmış ve kısıtlanmıştır da. Kentin tüm gelişim dinamikleri nerdeyse durdurulmuştur.
Mağusa’nın doğusu denizlerle ve askeri bölgelerle çevrilidir fakat halkın kullanımında olan kısmı 1 km ya var ya yoktur. Yüz metresi Maraş’ın tellerinde biterken diğer kısmı Gülseren askeri kampından biraz daha öteye gidip Belediye sınırlarında sonlanır. İki sahil arasında kilometrelerce uzanan askerin denetiminde bir liman ve Gülseren Eğitim Kampı vardır.
Kentin güneyi bir baştan bir başa dikenli tellerle örülmüştür. Yıllar sonra bir nefes borusu olarak açılan Derinya Yolu kente suni solunum yapmaktadır.
Batı yakasına döndüğümüzde İngiliz Askeri Üsleri kentin bir başka açıdan kısıtlamakta ve kuşatmaktadır. Batıya doğru yönelmeye devam ettiğimizde ise büyük bir çöplük alanı ve lağıma boğulmuş bir Ayluka göleti vardır. Yine buradan geçen ikinci bir soluk borumuz bizi batıdan güneye bağlayan 2.5 mil barikatıdır.
Kentin böylelikle üç tarafı ya deniz ya da askeri bölgelerle çepe çevre kuşatılmış ve kent bu bölge içine hapsedilmiştir.
Kuzeyi kentin tek açılım yapabileceği yerdir. Fakat oraları da sanayi bölgesi ve Kanlı Derenin delta yatağıdır. Ayrıca orayı sınırlandıran bir başka unsur Salamis’in uzayan giden ve 1. Derece Sit Alanı olan nekropolisidir. Buna üzülmek mi sevinmek mi gerekir bilmiyorum ama İskele’deki çarpık gelişme ve betona boğulmuş bir yapıyı görünce kentin kuzeyindeki bu kısıtlı alanı kentin betondan arındırılmasına olanak sağladığı için de bir yerde seviniyorum.
Mağusa’nın bu makus talihini yenebilmesinin tek yolu adada bulunacak bir federal çözümle birlikte Mağusa kentinin olabildiğince dikenli tellerle çevrili sınırlardan kurtulmasıdır. Kentin bir bütün olarak tekrardan hayata döndürülmesi bu koşullarda (yani çözüm olmadan) imkanı yok gibidir.