Hüzün.
Bu kelimeyi okuduktan sonra eminim hepimizin zihninde hızlı hızlı bir şeyler canlanmıştır. Belki bir olay, belki bir kişi, belki de belli bir zaman dilimi…
“Hüzün nedir?” diye sorsak hepimiz kendi algı sistemimize göre açıklamalar yapabiliriz. Kimimiz üzüntü, kimimiz umutsuzluk, kimimiz ise kötü hissetme olarak tanımlayabilir. Bu cevaplar kişiden kişiye değişiklik gösterebilir.
Peki gerçekten hüzün nedir?
Hüzün, herhangi bir neden olmadan üzgün hissetme halidir. Her insan zaman zaman hüzünlenir ve sonra bir şey olur bu hüzün geçer. Yani hüzün kısa sürelidir diyebiliriz (Demir, 2014).
Hüznün bilimsel açıklamalarından ziyade bize öğrettikleri üzerinde durmak istiyorum. Bu noktada akıllara “Kısa süreli üzücü olan bir şey bana ne öğretebilir?” sorusu gelebilir. Aslında çok şey öğretiyor sadece biz bunun farkına varamıyoruz ya da hemen kendimizi etiketleyerek hasta ilan ediyoruz.
Günümüzde ufak bir üzülme halinin hemen hastalık olarak tanımlanması ve kategorileştirilme hali mevcut. Çevremizde üzgün gördüğümüz birisine hemen “Depresyonda mısın?” sorusunu sorarız. Oysa her üzgün hissetme durumu depresyonda olduğumuz anlamına gelmez. Maalesef modernleşme bu sorunu beraberinde getirmektedir. Oysa hüzün çok uzun yıllardır insan hayatında var olan bir şeydir. En iyi şairler, en iyi şiirler hep hüzünlü anlarda ortaya çıkmıştır. Hüzün Budizm’den İslam’a pek çok gelenekte insanın ruhsal gelişimi için çok önemli bir yapıya sahipti. İnsana kendi sorumluluğunu ve ölümlü olduğunu hatırlattığı için çok değerliydi. Fakat günümüzde bu bakış açısı çok değişti. Yukarıdaki örnekte bahsettiğim gibi ufacık bir hüzün durumuna karşı hemen bir hastalık tanısı yapıştırmaya çalışıyoruz. Oysa hüzün bizlere çok şey öğretiyor. Farklı benliğimiz ile tanışabiliyor, yapamayacağımızı düşündüğümüz şeyleri yapabildiğimizi gösteriyor ve aslında en önemlisi üzgün olduğumuz için hasta değil, insan olduğumuzu gösteriyor.
Hissetmemiz gereken duygular karşısında hemen hasta tanısı almak bize kendimizi suçlu hissettiriyor. Ve bu etiketlemeler insanların duygusal anlamda kendilerini iyi hissetmelerinin önüne geçiyor. Çünkü hüzün ve diğer kötü olarak tanımladığımız duygular yaşandığı ve anlamlandırıldığı zaman gelecek hayatımızı olumlu etkiliyor. Onun dışında yok saydığımız, bastırmak zorunda kaldığımız ve yargılanacağız korkusuyla yaşamaktan kaçtığımız duygular hayatımızı esir altına alıyor desek yanlış olmaz. Aslında tüm bu duygular bize çok şey öğretiyor. Esas odak noktamız öğrendiklerimiz ve öğrenebileceklerimiz olmalıdır.
“Hüzün bir misafirdir ve bize de misafire hürmet etmek düşer”. Hüzne bu açıdan bakabilmek ümidiyle.
(Bu yazıda Kemal Sayar hocamız tarafından yazılan “Hüzün Hastalığı” kitabından yararlanılmıştır).
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Hoş çakalın, sağlıcakla kalın…
Psikolog Sevdenur Yıldırım