YA GEÇMİŞ GEÇMEMİŞSE

Geçmiş; geride kalan, geride bırakılan, bitip giden, arkada olan ve birçok -an ekini, eylem sonuna, ekleyebilen zaman dilimi. Peki gerçekten öyle mi? Geçmiş geride mi kalır, geçmiş geçer mi? 

Yarım kalan hiçbir şey, tamamlanmayan hiçbir şey bitmez. Yarım kalmış çeyrek adada ne ne kadar tamamlanmış olabilir ki adanın kendi dahi tamamlanamıyorken?

Suçlu olan insanların cezalarını çekmediği bir düzende nasıl ileriye gidilebilir…

Nasıl yeniden başlanabilir ya da ilerisi için adımlar atılabilir… Geçti gibi yapılan her şey halı altına süpürülen tozlara benzer. Orada olduklarını görmek istemeseniz de orada olduklarını bilirsiniz. Bu şekilde davranmak günü yaşayamamaktır asla tam olarak. Bu adada kim kaç gün yaşamış hep merak etmişimdir. Yaşayamayanlar, evsizler, kimliksizler, yersizler, yurtsuzlar diye devam eden iz’ler ler’ler… 

Bir oyun okuyordum önceden, bitti. Bir tiyatro oyunu. Adı nihayet bitti. Biterken “nihayet bitti” demedim. Bitmesini de istemedim hatta. Kendimi sadece o oyunun içine bıraktım ve orada kaldım. Biteceğini bile bile, daha ilk repliğinde nasıl biteceğini bile bile hem de. 

Hayatın içinde hep bu cümleyi kurmayı bekliyoruz. Okula başlayan bitirince kuruyor bu cümleyi, emekli olan işten ayrılınca. Terzi bir elbise dikerken diyor mu hiç duymadım ama zorlu günlerden geçenler çok kurar bu cümleyi biliyorum. NİHAYET BİTTİ. Ne güzel cümle ve ne acı cümle. 

Peter Turruni ve nihayet bitti. Etkisi altında kalınacak eserlerden sadece biri. 

Hayatın içinde her şeyi yaşamak mümkün. Her kılığa girebilen insanlar görmek mümkün. Yakın gelecekte insan ile insan robotu karıştırmak dahi mümkün olabilecekken; biz nelerin derdine düşüp neleri hâlâ pay etmeye çabalıyoruz ya da daha neleri çalıp çırpmayı amaçlıyoruz hiç bilemiyorum fakat görmek de mümkün. Uzaklaşıp sessiz adımlarla, bir gürültü eşliğinde dönmek mümkün olabilseydi eğer neler neler değişirdi kim bilir bu yarım kalmış çeyrek adada. Uzaktan öylece izlemek, dâhil olmadan kirine pasına, sadece güzel yanlarından tutarak kadife bir kumaşı tutar gibi… 

Ne zaman bitecek diye beklediğimiz şeyler var. Kimi okulu bitsin diye bekler kimi stajı. Kimi on yedi yaşı bitsin ister kimi otuzlu yaşı. Kimi çıktığı yolu bitirmek ister kimi henüz çıkmadığı yolu. Kimi hayatı yeniden yeniden yaşamak ister kimi de bitsin diye bekler. 

Yaşatılan acıların bitmesini beklerken kimi, kimi de tutanak tutar gün gün yaşanılan acıları. Köşelerinde köşe yazarlarının her gün ama her gün okuruz tüm bunları. Kimi okumaz bitmesin diye yazılanlar kimi de bir nefeste bitirir okuduklarını yazdıklarını. 

İnsana insanın verdiği acılar dinmedikçe, suçlu olan suçuna ceza almadıkça bazı şeyler hiç bitmeyecek. Yaşanan derin kederlerin sorumluları belirlenip de üstlerine gidilmeden, her dava tek tek açılmadan, açılan davalarda suçlular ceza almadan hiçbir şey bitmeyecek. Asla nihayet bitti diyemeyeceğimiz, davaların peşinde davanız davamız diyerek bekleyeceğiz hep. Kimi el çırpacak sonuç veren davalara kimi de ömür boyu sürmesini bekleyecek. 

“Devamlı olarak penceremin önündeki ağaca bakardım. Kışın cansızlaşır, ben de ikimiz beraber öldüğümüz için mutlu olurum.” Diyor repliklerini sıralarken nefes nefese. 

Aklıma Lefkoşa geliyor, Lefkoşa’nın o uzun yolu. O uzun yolunun kenarındaki ağaçlarının sökülüp de yerine duvarlarının örüldüğü. Her geçtiğimde iyi ki buradan pek geçmiyorum dedirten manzara. Acıları derinden hissetmek bunu söyletiyor her insana. Sanki görmeyince, uzağında olunca içinde o acı olmayacakmış gibi. Oysa acı yakınında olan; acıya sebep olan uzak olsa ne olacak? Kenara çekip bakmıştım ve kayda almıştım bir şiirin acı dalgalarını. Demiştim ki:

“Ağaçlar şimdi cılız sizin olduğunuz yerde

İşçileriniz bekliyor taş duvarlar örmeyi”

Sonra susup bakmıştım bir süre. Hızla devam eden bir inşaatın paslı çivilerine. Her biri ellerime dizlerime gözlerime batar ve kanar durmadan yarım kalmış adanın çeyrek yüzünde.