Bugün Uzlaşmak İsteyen; Dün Üzerini Örten, sana da selam olsun
Derdimiz olmayan dertleri ‘çözmeye’ çalışırken planlanmış tüm senaryolarla kanaya kanaya kandırıldık. Öldük, gömenimiz yok. Doğru olanı seçebileceğimiz kadar bilinç üzerinden oynanan bir oyunun ortakları haline de getirilebiliriz. Hayat özgürce bir seçim ise kendi irademizle gerçekliği seçebileceğimiz yalanına bir ömür yetmeyecek biliyoruz… Bir yanılsama bu… Uzak, tekrarlanmış bilgi, zorunlu olarak ortaya çıkan...
Çok fazla düşünmeye fırsat bile vermeyen, mecburi bir hal durumu içerisine sokan, zorunda bırakıldığımız… Verilen hizmetler, sunulan fikirler, pazarlanan ürünler… Sorgulanmaması için ya ona bir çok seçenek sunarlar ve özgür olduğuna inanır ya da psikolojik baskı uygulayarak sunulanı zorunlu olarak kabul etmesi beklenir. Bireyin gerçek bir karar mekanizması yaratıp yaratmayacağı, illüzyonun etkisi altında ne kadar kaldığı, bilincini hangi ölçüde kullanabileceği tartışılır. Ve sonu hüsrandır…
Noam Chomsky "Eğer seçersek, rahatlatıcı bir illüzyon dünyasında yaşayabiliriz." diyor ve bunun ne kadar da derin bir anlam taşıyabileceğini sorgulattırıyor. Güven ve rahatlık anlayışımız, arayışımız, bizi acımasız gerçeklerden koruyan düşüncelere yöneltebilir. Rahatsız edici gerçeklerle yüzleşmek yerine yanılsamaların gölgesiyle teselli arama eğilimidir bu…
Yoksa ne kadar rahatsız edici olursa olsun, durumu kabul etmek midir en iyisi? Siyah ve beyaz olamayacağı gibi bu, pembe de değildir, mor da… Süresi biten, sınırlı zaman içerisinde tercih edilmesi gerektiği vurgulanan her seçim aslında bir seçim değildir, arka planda birileri sizin adınıza seçim yapmıştır ve geriye formaliteleri yerine getirmektir size kalan…
Sadece belli bir kesimin ilgisine odaklanılmış şekilde olan pazarlama taktikleri üzerinde kendi hür irademiz olduğunu düşünüyoruz. Daha çok seçenek sunulmasının bireyin üzerinde daha özgür karar verebileceği düşüncesi doğurması ya da daha az seçenek verilmesinin kısıtlayıcı olduğu fikri gibi… Seçeneklerin ne kadar az ya da çok olduğu değil de tekrar tekrar aktarılan bir bilginin artık doğru olmasa bile, gerçeklik haline gelmesi durumudur problemli olan...
Son elli yıla bakarsanız, politikada da kültürel asimilasyon taktiklerinde de, sömürgeci güçlerin çıkarlarında da kendini tekrarlayan bir otomatik portakal vardır. Bir haksızlığa hak arayışında da bu böyle… Yeni diye bize sunulan yoktur aslında ve tarih kendini tekrar etmek zorundadır. Sadece silüetler değişir, farklı şekillerde, farklı renklerde…
Yeni bilgi diye sunulanın kendini kabul ettirme konusunda zamana ihtiyacı vardır ve o zaman yoktur artık, tükenmiştir, bitmiştir hayat… Büyük bir baskıya neden olarak ve bu durumu dikkatleri farklı konulara çekerek, endişe ve psikolojik manipülasyonla, stresin yıpratıcı etkisiyle kabul edilmek zorunda bırakılan bir gerçeklik haline dönüştürür.
Konfor alanının dışına çıkmak o kadar zordur ki bu insanlar için ve sizi rahatsız etmek onların rahatlığı olur, güçler de kendini değiştirmeye ve köklü devrim yapmaya değil karşı bir atak geçirerek en büyük insan hakkı savunucusu olarak kapatmaya çalışır geçmişteki işgüzarlıklarını. Eşitlik, adalet, hak, hukuk yeni doğmuş gibi, sizin ölmenizi beklerler…
Bu çelişki kendini tekrar eder ve kişi yeni bir bilgiyle karşılaşınca bunu kabul etmesi için büyük bir tehdit altında hisseder kendini, karşıdakini adeta bitirmek için sorgulamayı değil, üzerini ‘anlaşarak ve uzlaşarak’ kapatmayı seçer…
Bu hengamenin içinde, fırsatçı bir bakteri gibi üzerimize üşüşen fikirler, bilgiler, ürünler, hizmetler ve fazlası bizi kendine inandırır. Ya doğru olanı seçmeye ve risk alıp konfor alanımızın dışına çıkmaya başlarız ya da kurbanı oluruz bu ilüzyonun… Sorgulamayı değil de ‘bir küçük hisse verelim de sussun’ deyip üzerini kapatma cesaretini yüzsüzce seçen çocuk ve insan hakkı savunucusu, sana da selam olsun…