Meselemiz Ne?
Yaşam akıp giderken neresindeyiz zamanın? Kötülük hızla yayılırken iyiliğe ne kadar sahip çıkabiliyoruz, insan kalabilmek için iyi kalabilmeyi başarabiliyor muyuz zaman hengâmesi içerisinde dönüp dururken?
Peki ya Kıbrıs’ın neresindeyiz? Kimiz, neyiz, neciyiz… Kıbrıs içerisinde yaşamaya çalışırken dünya ile bağ kurabiliyor muyuz yoksa biz de kişisel olarak kendimizi dışlıyor muyuz tıpkı toplumun çoğu zaman dışlandığı gibi -Kıbrıs’ın bir yarısında kalmış tanınmayan toplumun-
Aldığımız ve almakta olduğumuz çeşitli yaralarla devam etmeye çalışırken o yaralara dönüp bakıyor muyuz? Bakma fırsatımız oluyor mu ne haldeler diye? Özellikle savaşlarla birlikte alınan yaralar ve bu yaraların bir miras gibi kuşaktan kuşağa aktarılması yüzünden oluşan ruhani yaralar için ne yapıyoruz? Onları tedavi etme çabamız var mı, tedavi etmeye zamanımız var mı yoksa hayat kargaşası buna izin vermiyor mu? Sürekli bir yere yetişme gailesindeyiz; kendimiz dışında her yere ve herkese yetişmeye çabalarken hem kendimize hem de aldığımız yaralara, ne haldeler diye, dikkat etmiyoruz. Üzerine alelacele koyduğumuz yara bandını unutuyoruz, sardığımız bir bez ise o bezi unutuyoruz, kangren olmuşsa kangren olduğunu fark etmiyoruz, bilmeden kesip atıyoruz duygularımızı sırf bu yüzden. Robotlaşan bedenimizin de yaralarımızın da farkına varamıyoruz ta ki en sonuna gelelim çözümsüzlüğün. Çözümsüzlüğün çözüm olduğu söylenen bir adada, ruhumuza aldığımız türlü yaralarla meselelerimizle uğraşıp duruyoruz yaşam çizgisinin ortasında. Ne ileriye ne geriye adım atabiliyoruz. Adım atabilmek için desteğe ihtiyacımız var çünkü bizim bir sesimiz, bir rengimiz, bir duruşumuz mutlaka var. O desteği fark edebilmekte tüm mesele.
Günün getirdiği sıkıntılarla mücadele etmeye çabalarken toplumu bazen göremiyor olmamız normal. Özellikle bu yıllarda adamızda hızla değişen toplum yapısı, yapılara fazla gelen insan sayısı, yetersiz kalan alanlara inat fazla fazla getirtilen araçlara bakınca hangi toplumu neresinden tutacağımızı, kimin hangi sorununa yoğunlaşacağımızı şaşırıyoruz. Kontrolü kaybettiğimiz bir sistemde kişisel olarak ayakta durmaya çalışmaktan toplum olarak hareket edemiyoruz. Çoğu zaman da buna sebep olan şey kişisel hırslarımız. Bunu aşmayı başarabildiğimiz zaman daha iyi şartlar yaratarak daha iyi yaşam alanları oluşturacağımıza inatla inanmak istiyoruz ve bunu umut ediyoruz. Aslında bu yüzden toplum adına bir şeyler yapma çabamız devam ediyor, umutlarımız devam ediyor. Bu yüzden bırakmıyoruz. Neyi neresinden tutup düzeltmeye çalışırsak kârdır diyoruz. Çünkü insan olmak bunu gerektirir.
Paylaşmak istediğimiz sıkıntıları korkmadan utanmadan paylaşmaya başlayacağımız zaman, paylaşacağımız sıkıntılar için çözümler üretileceği zaman, biz kendimiz dışındaki kişilerin sıkıntılarına çözümler bulduğumuz zaman iyileşme sürecine girmiş olacağız. İyileştikçe iyileştirecek, iyileştirdikçe de mutlu olacağız. İnsani duyguları kaybetmemek için iyiye iyiliğe insana sımsıkı sarılacağız. En dibe vurduğumuz zamanlarda bile pes etmek yerine devam etmeyi seçme nedenimiz budur. Tüm meselemiz insana dokunabilmek, topluma ulaşabilmektir. Bunu başardıkça insan kalmaya devam edeceğiz; el ele, kol kola, sımsıkı.
Tüge Dağaşan