KUŞKONMAZ DEĞİL ÇAREBULMAZ
“Camı kırılan herkese koştun, evin yandı kimseler yoktu” diye bir cümle dolaşır ekranlarda. Bazı bazı göz göze gelirsiniz, en çok da; canınız yandığında, içinizde küller arttığında, her duygunuz ateşe teslim olup da arkasında birkaç dal bırakmadığında.
Yarım kalmış çeyrek adada, yarımşar yüzlerle dolaşırken yüzünüzün diğer yarısını ne güneyde ne kuzeyde arayın! Ne kuzey Kıbrıslı ne güney Kıbrıslı olun! İkişer kimliğiniz, üçer, dörder kimliğiniz cebinizde beklesin kapılara sunmak için diğer yarınıza geçerken; diğer yarınız yanmış diğer yarınız şimdi sizden beter kül.
Paslı çiviler çakılmış gözlerinize, bakışlarınız kan, görüşleriniz pus. Puslu-sisli bir geçmiş; geçmemiş bekliyor kapılarda. Ne ardında kapının ne arkasında, hemen yanında ilk girişinde ilk adımında ilk adında. Sahi ilk adı neydi bu şehrin? Bu şehrin kaç sokağı vardı ve kaç sokağı kaldı adı değişmeyen? Yabancısı olduğum isimleri kim koydu, tanıdığım isimleri kim koymaz, her yazdığım neden şöyle okunur; “kuşkonmaz.”
Kuş konmaz ağaçlar icat etti bu şehir, nefes almaz insanlar yarattı. Şehir üşüyor ellerimde, şehir dile gelemiyor fakat gidiyor çaresizce. Giderken ayaklarını sürüdü diye görüyorum izlerini, duyuyorum çığlığını, acıyor içim. Yanıyor içim. Kül kül içim. Kuşkonmaz değil çarebulmaz.
Yitip giden ömürde, bekleyip durduk; bir gün, bir gün elbet olur diye. Kavuşur eller, sarılır bedenler, yok olur acılar diye. Olmadı, olmuyor, oldurmuyorlar diye içimizde biten umutlar yine de kökünden sökülmedikçe “elbet bir gün” diyerek yürümeye devam edeceğimiz bu yolda, yolcu da önemli yol kadar. Yollar yürünür, yollar aşılır, yollar elbet gidilir de yolcu da sen gibiyse, yolcu da sense yolda kalınmaz. Aksi halde ne yol ne yolcu yönünü bulamaz.
Çöken umutlar toprak kayması, toplumsal erozyon ne dil ne ağız bıraktı. Bir yağmur yağdı, bir şimşek çaktı diye kararmadı bu şehir. Birkaç avuç dolusu ağız kararttı düşleri, birkaç el yanlış atıldı masalarda, kumara döndü her doğan hayat, kumara bulaştı koca bir ada; her elde kaybeden, her elde kaybedilen, her ele kucak açıp kendi elini tersleyen.
Yabancısı olduk yolun, yol bölüne bölüne çoğalırken; bölüne bölüne azaldık. Azaldıkça biz çoğaldı dil, azaldıkça biz çoğaldı sokak isimleri, azaldıkça biz çoğaldı evler. Evsiz kaldık, yersiz kaldık. Yersiz bir yarış sonucu kaybedenler bölümüne aldık kendimizi, kendi elimizle geçirdik boğazımıza o kör düğümü.
Siz çarebulmaz tohumları, her gidenin ahı bilin ki üzerinizde.
Eski yollardan geçince biz oluyoruz yeniden bu şehirde. Yeni yollar bizim değil. Sahi kim icat etti yeni yolları? Kim çizdi yeniden bu haritayı? Kim döktü kalıplarını ve kim ayırdı insanları kalıplarına göre?
Kalıbının adası olabildi mi bu şehir, ışıksız gecelerine baktıkça olamadı gibi sanki yarısı, peki ya diğer yarısı o olabildi mi, eksik - eskiz bir çizim nasıl tam olabilir sularında bu şehrin? Olamıyor, oldurmuyorlar diye vazgeçmek de yakışmaz. Bundan dolayı çarebulmaz tohumlarını ekmeyi bırakıp kuşkonmaz tohumlarına yönelmeli yeniden ve ayrellileri büyütmek için çalılıklar, ağaçlar bırakmalı şehrin her yanında.
Tüge Dağaşan