KÖŞEDEN İZLEMEK

İster uzun ister kısa bir süre olsun, bazen hayatı kenardan izlemek gerekiyor. Hatta kendimizi bile. İzlerken ne kendimize ne de bir başkasına müdahale edebiliyoruz. Herkesle birlikte biz de bazen doğru olanı bilsek de reddederek, bazen engel olamayarak yanlışlara yaşayıp göreceğiz anlayacağız her durumu. Önüne geçmek diye bir şey yok, yavaşlatmak var, ertelemek var. Olacak olanı değiştirdiğimizi düşünsek bile daha farklı şekilde aynı olayı yaşamak var hep.

İnsan insanla uğraşırken en çok da yoruluyor, yoruyor. İçinde biriktirip tüm yorgunlukları, hiç tahmin etmeyeceği bir anda önüne dökebiliyor kendinin. 

Şöyle kenarında durdum da dünyamın izliyorum uzun süredir, bazen de hiç bakmıyorum bile tarafıma. Yüzleşmeler yaşayıp, yüzleşmeler yaşatıp sadece sorguluyorum. Sorgulamak da ayrı bir cesaret. Sorular, cevaplar derken koca koca sınavlar bölüm bölüm…

İnsan yeter diyor bunca sınav, yeter bundan da kalayım artık. Yetti bu sınav da sorular da sorunlar da. Fakat öyle olmuyor, demek ki yetmiyor. Döngüsü var sıkıntıların. Biri bitmeden diğeri de başlayabilir. Bazen de şanslıysak bittikçe başlar ki birikmesin hepsi aynı zamana.

Her insanın aynı ve ayrı dertleri, küçüklü büyüklü sorunları derken hepimiz için kendi sıkıntısı en büyük olanı. Çünkü insanın canı nasıl ki canının yandığı yerdedir, bu da böyledir; başkası için dert sayılmayacak dertler bile onun için en büyük derttir. Herkesin acısı, derdi kendine ağır.

Anılar biriktirelim bari diyerek soyutlasak da kendimizi ve kendi alanlarımızı yaratsak da kayıtsız da kalamıyoruz şu yarım kalmış çeyrek adada. Çünkü bizim, çünkü bizden her ne kadar karış karış kaybetsek de gerek toprağını gerek insanını. Dilimdeki yaranın acısı kadar büyük adama karşı da duyduğum hüzün. Haziran diye değil aslında hazin yazıların yazılıyor olması, çağdan. 

Minik bir kandilin dilime bıraktığı günlük acıların hesabını yapınca bir ömre bedel oluyor.

İnsanın sevdiği insanlardan duyduğu hak etmediği sözler, dillerinden dökülen izler, dil yarasının ne kadar zehirli olduğunu ve ruhunuzun solduğunu tekrar tekrar anlamanıza sebep oluyor.

En yakın gördüğünüzü bedenen kaybetmek ise hepimizin bildiği keder. 

Bazen hiçbir şey yapamıyorsunuz. Uzaktan-yakından durup izleyerek. Öylece hiçbir tepkide, harekette bulunamadan sadece izleyerek. Sanki hem orada hem değilmişsiniz gibi. 

Uzun bir süre -yazmaya devam etsem de- yazdıklarımı paylaşmadım. Paylaşma sıklığım, esas olarak şubat ayında düştü. Çok acı yükledim ben de sizler gibi çünkü. Belki de acıları çoğaltmak istemedim çünkü paylaşılan her şey çoğalır. Ya da sadece izledim köşeden acımı. Hâlâ izliyorum. İzleyeceğim hayat boyu. En ufak dertlerini bile dert ederek insanların, içimde inadına iyide kalarak ve üzülerek insan kalamayanların yarattığı yıkımlara, kendime ait olmayan bir köşede, tanıklık edeceğim hayata. Kayda alacağım yaşanılan ne varsa’dan çok ne yoksa. Çünkü insan özünde iyidir ve kötüyse onun özü kötüdür demektir ve insan da değildir aslında kötü olan.

İnançların, değerlerin, kişilerin hızla anlam değiştirdiği bir dönemde, yabancısı olduğum bir ülkenin şehrinden öylece izliyorum kendimi de herkesi de adına yabancı olduğum daracık sokağın kaldırımında. Müdahale edemeden hiçbir kıyıma. Her gün biraz daha renk kaybederek ve dilenerek.