HER ŞEYİN AZI, KELİMENİN ÇOĞU
İnsan azalttıkça çoğalır; bu da huzurun kapısını aralar. Eşyayı azaltmak, boşluğa yer açmak; ruhun inanılmaz renkle dolmasını sağlar. Düşüncelerini azaltmak, sıkıntı veren düşünceleri süzmek ve onlar için çözümler üretmek kafa sakinliği sağlar ki her şeyin üstünde bu gelir. “Az eşya çok huzur” lafı hiç de boş değildir bu yüzden. Deneyenler kesinlikle bunu bilir. Boşluğa yer vermemek, madde ya da düşünce ne isterse olsun sizi kaosa sürükler. Boşluk her zaman, her konuda önemli ve gereklidir bu yüzden.
Minimalizm’dir senin yaptığın dediğinden beri bir dostum, hep düşünürüm. Hayat felsefem azlık üzerine oluşmuş ben hiç bilmeden. Her şeyin azı. Her şeyin azını bile isteye kabul etmişim de kelimenin çoğunu kendime pay alacağımı hiç düşünmemiştim. Bir düşünüyorum da “her şeyin fazlası zarar” lafı da hiç boş değil.
Her şeyin azını alırken ve kabul ederken azınlığı kabul edemeyişim de ruhuma sertçe çarparak yanımdan geçer; düşüncüler âleminde gezerken salına salına.
Kullanabileceğin kadar eşya, giyebileceğin kadar kıyafet, ihtiyacın olduğu kadar temel ürünleri; temizlik malzemesi olsun, gıda olsun vs.
Kaçımız bunu başarabiliyoruz ki? Bunu başarabilmek, farkına varabilmek inanılmaz duyguları içinde barındıran bir kapıyı size aralar. O kapı hep oradadır ama kapalı olduğu için farkına varmazsınız. Az olana yöneldiğiniz anda o kapı açılır ve siz artık çok başka bir boyuta geçersiniz. Oraya geçtiğiniz zaman ise yaşamaya başlayacağınız hayat yani siz, artık bambaşka bir hayat yani sizsiniz.
Düşünün ki salonunuzda masalar, sandalyeler, masaların üzerinde türlü türlü heykeller, süsler, yerde halılar, pencerede kat kat perdeler. Incık bıncık bir sürü eşya, lüzumlu lüzumsuz bir sürü nesne. Sizi ne kadar yorar ya da enerjinizi ne kadar sömürür siz farkına bile varmadan. Mutfağınızda bulunan otuz tabağın kaçını kullanıyorsunuz ki gün içerisinde, seksen bardağın kaçında su içmişsinizdir bugüne kadar, misafir odalarınızı kaç kere kullanmışsınızdır, her renk her model fincan setlerinde kaç kez huzurla kahve içmişsinizdir…
Kaç çift ayakkabı ve çantanız var? Üstten, alttan, kaç model, kaç desenli kıyafet? Birkaç yazlık birkaç kışlık neden hiç yetmedi bize? Ben bu düşüncelerde olduğum için değil bu hayatı yaşamayı seçtiğim içindir olacak ki; çocuklara zorla kıyafet aldırıyorum. Aslında bu da güzel bir şey olmalı fakat gün oluyor alışverişe çıkmış çocuklara özeniyorum. Bizim bir ayakkabı almamız bile zor, “ayakkabım zaten var, ihtiyacım yok” diyebiliyor bana altı yaşındaki kızım, çoğu zaman ağlayarak ayakkabı deniyor. On beş yaşındaki ise yine “ihtiyacım yok ki” savunmasını yapabiliyor almamak için. Bunlar güzel kazanımlar ve uygulamak hiç de zor değil. Hatta bazen tersini uygulamak zor benim yaşadığım örnekler gibi.
Bugün dünya kadar nesne, eşya; her şey. Renk renk, desen desen, model model kapımıza kadar gelebiliyor. Derler ya “paradan haber.” Yani doyum zor, ihtiyaç olmasa dahi “bulunsun mantığı” hâkim, “bir gün lazım olur mantığı” savcı. Oysa “emekli olunca giderim, yaparım mantığı”ndan farksız değildir bu düşünceler. Asla o günler gelmez ya da ender olarak gelir.
Siz eşyalarla uğraşırken kendinize bakmayı ihmal edersiniz, enerjiniz kalmaz. Siz gereksiz düşüncelere kafa yorarken de enerjinizi tüketirsiniz ve yine haliniz takatiniz, kendinize kalmaz. Meditasyon yapmadığım için bilemeyeceğim arasındaki farkı fakat belki de bu yaşam şekli de bir meditasyondur ruhumuz için. Gerekli olan “çok şeyler” değildir. “Az ve öz” gerekli şeylerdir. Bunu anlamayı başardığımız zaman çok daha verimli sonuçlar alacağız yaşamdan. Enerjimiz yenilenecek ve biz kapitalizme, kötülüğe, israfa yenilmeyeceğiz.
Çok beğendiğim Yunus Emre’nin sözünü de yazmadan edemeyeceğim; “paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil.”
Paylaşın, paylaşalım. Giydiğiniz donlara kadar satışa koymayın -lütfen- ve ayrıca don da halk ağzında giysi demektir aklınız hep farklı şeylerde olmasın ama o da var tabiî. Aklınıza mukayyet olun, iradenize sahip çıkın lütfen.
Sevgiler