Çileğini Bekleyen Kremşanti
Soruyorum 70. Soruyorum 80. Soruyorum 90. Sonra tekrar soruyorum 85. Soruyorum 75. En son 60'a almıştım. Kendimce kafamda bir fiyat belirledim. Sabitledim demek daha doğru olacak. Hade 60-65 olsun dedim.
Her market ve manav kendince bir fiyat belirlemiş. Baktığın zaman aynı çilek, aynı marka, aynı model, renk ve şekil de aynı.
Tabii ki amacım çileğin fiyatını belirlemek ya da çileğe bir değer biçmek değil sadece çilekle, somut bir örnekle, derdimi anlatmaya çalışacağım.
Üretim özellikle bizim gibi yarım kalmış ambargolu bir adada çok zor. Emek en yüce değer fakat değer görmüyor; kendiniz belirlemek zorunda kalıyorsunuz değeri ve ederi.
Tek başıma çileğin 60'a inmesini beklemek ne kadar mantıklı peki? O çilek bir daha 60'a iner mi? Belki toplum olarak beklersek iner. Çilek bu sonuçta satılmadığı takdirde beklemez; bozulur, çürür. İndirim zaten bu yüzden vardır malı elden çıkarmak için. Tarihi geçmeden, bozulmadan, sökülmeden, kurumadan elden çıkarmak.
Ya indirim uygulayacak satıcı ya da çöpe atmaya razı olacak. "Zararına vereceğime çöpe atarım" seçeneğini seçmek de tamamen üreticiye kalmış.
Babam olsa ikisini de yapardı. Hem yok pahasına satar hem de çöpe atardı. Yok pahasına satardı çünkü "ne çapaladım ne suladım" derdi. Amacı zararına da olsa en düşük fiyata satmak olurdu. Çöpe atardı çünkü "bu fiyata bulursan getir de ben de alayım" derdi.
Emeğiniz ne kadar değerli peki?
Bir işi yapacağınız zaman işin fiyatını siz mi belirliyorsunuz yoksa iş yaptıracak olan mı? Son dönemlerde açlıktan mı, umursamazlıktan mı yoksa çok şımardık diye mi bilmiyorum ama sürekli olarak iş yaptırmak isteyenlere şu soru soruluyor; "ne ödüyorsunuz?" İş yapacak olan sensen, sen belirlemelisin ne almak istediğini. Karşınızdaki sizin ücretinizi, saatinizi belirlediği sürece işiniz, emeğiniz, paranız oyuncak olur, oluyor, olacak.
Dolapta çileğini bekleyen kremşantiyi anlatmak isterken konu nerelere geldi, oysa sadece dolaptaki kremşanti çileğine kavuşacak mı diye düşünüyordum. Düşünmek ne tehlikeli eylem. Tavuğunu bekleyen makarna, cevizini bekleyen kek diye düşünmeye başlarsak konu daha nerelerden nerelere gider de gider. Hadi diyelim bir şekilde çileği aldık, bu seferde ev dışında yemeye, yedirmeye utanacağız; okulda mesela acaba çileği kaç kişi koyuyor çocuğunun çantasına, meyve saatinde yemesi için. "Diğer çocuklara ayıp olmasın diye bir elmayı dörde bölüp dört gün boyunca göndererek acaba ben mi kendi çocuğumu mahcup ediyorum" düşüncesini düşünen kaç kişi kaldık yoksa herkes kendi çocuğunu mu düşünüyor? Paylaşım da kalktı artık sanırım kim ne götürürse onu yiyor, bencillik küçük yaşlardan öğrenilmeye başlıyor artık diye düşünmeye başlarsak konu nerelerden nerelere gider o yüzden en iyisi fazla düşünmemek ve dillendirmemek. Kapat dolabın kapağını kapat, açık kaldıkça düşünceler yayılıyor sanki dolap değil de pandoranın kutusu mübarek.
Bu kadar düşünce iyi değil hasta eder insanı. Peki ya vitaminsizlik? İyi beslenememek birçok hasara yol açıyor ve açacak. Biz yemesine içmesine önem veren bir toplumduk diye düşünürsek üretim'e kadar gider yolumuz o yüzden belki bunu da düşünmemek gerek yoksa aklımıza tek soru düşecek: "Bize ne olacak?"
Elinde bir çanta, manav manav geziyor kadın. "Allah rızası için..." diye başlayan cümleler kuruyor. Çocuğum daha. Elime ne gelirse iki üç tane alıp çantasına koyardım; "Allah razı olsun..." diye başlayan cümlelerle devam ederdi ya anlardım ya anlamazdım. Babamdan öğrendiğim, neredeyse her gün başımıza gelen bir olaydı bu. Olay diyorum baksanıza, durum demem daha doğru olur oysa. Olay, durum derken neden-sonuç ne peki? Neden-Sonuç! Babam manavdı. Diğer manavlardan çürük, bozuk sebze meyveler aldığı çok kolay anlaşılıyordu kadının çantasına baktığınız zaman. Övünerek söylemem lazım ki babam hep iyi ürünler seçerdi ve çantasına koyardı, zaten kötü ürünümüz olduğunu hiç görmedim. Toptancılardan malı tek tek kendi seçerdi, manav kralı deseniz yeridir yani, tezgahta bozuk mal olmaz, bozulan mal hayvan besleyen kişilerin gelip alması için ayrı kasalarda muhafaza edilirdi. Tabii o zamanlar hayvan besleyenler de bu zamanlara oranla daha fazlaydı.
Bireysel hareket ederek ancak kendimiz için sınırlı sayıda şeyleri değiştirebiliriz, toplum olmayı başarabilirsek her şeyi değiştirebiliriz, bu da istediğimiz noktaya gelme açısından önemlidir. Peki biz hangi noktaya doğru ilerlemek istiyoruz? Çilek örneğinden hareketle aslında sadece birlik olmamız gerektiğini söylemek isteyecektim.
Ben bu fiyata almam diyebilirsiniz bazı şeyler için bazı şeyler içinse diyemezsiniz. Kafanızda belirlediğiniz bütçe ile cebinize giren bütçeye göre hareket etmek zorunda olsanız da; iki gün çalışıp ancak da bir gün geçinebildiğiniz yarım kalmış bir adada o tek gün nasıl geçineceksiniz çünkü iki gün anca bir güne ya yetiyor ya yetmiyor ki bu hesap sadece mutfak için çoğu kez. Yetmiyor, hiç bir şekilde üç gün çalışıp üç gün yaşayamıyorsunuz.
Bir kişi değil bin kişi beklersek çileğin 60 TL olmasını, belki o zaman hepimiz o çileği yeme şansını elde etmiş oluruz. Aksi halde o kremşanti o çileği hep bekleyecek ve bozulan da kendi olacak. Artık çilek dediğimiz ne ise, çilek burada sadece bir simge.
Geçmiş yıllarda kare kaseler içinde satılırdı çilekler, üç kase çilek cüzi bir miktara verilirdi o vakitler. Bugün tane ile alınabiliyor çilekler, bir tane çilek neredeyse 5 TL. Göz hakkı kavramı hızla yok oldu, üretimden bile hızlı hem de. Narenciye yollarda ve hiçbirimizin C vitamini tam değil. O halde eczanelere koşalım!
Şekerleyip yediğimiz minyon çilekleri özlüyorum. Şeker pahalı, çilek pahalı, hormon olayına ve zararlara hiç girmiyorum; zaten ne kaldı ki zararlı olmayan, hatta bunları düşünmek ve yazmak bile zararlı. Fakat yazmak ve çileğin 60 TL olmasını beklemek dışında ne yapılabilir ki?
Oysa sadece şiir okumak istiyordum. Derken marketin biri manav bölümünde indirim uygulamaya başladı. Çilek 70 iken olmuş 60!
Kremşanti bekler diye bir de hedefe ulaşıldı diye aldık. Sonra şiire devam ettim Fikret Demirağ ile:
"Öldüğü için oğluma teşekkür ederim (!)
Öldü de aç bırakmak ayıbından kurtardı beni (!)
Öldüğü için babayı oğula teşekkür ettiren düzene saygılar sunarım (!)
Sayfa 79. Sevdiğim bir şiiri sevmediğim cümlelerle yeniden okudum dilinde çilek özlemi yaşayan bir çocuğun yüreği ile
Tüge Dağaşan