Yapılacak herhangi bir işin en zor kısmının başlangıcı olduğunu defalarca tecrübe ettim. Hele bu başlangıç hayatınızda ilk kez deneyimleyeceğiniz bir durumsa, başlamak bir miktar daha zor olabiliyor. Öncelikle ben bu oluşumda yer almama vesile olan sevgili Serkan Soyalan’a kocaman bir teşekkürle başlamak istiyorum. Bugüne kadar gerek sosyal gerek mesleki pek çok farklı oluşumda görev almama rağmen, Kıbrıs’ın Sesi benim için hem çok yeni bir alan hem de yeri ayrı bir oluşum. Lise zamanlarımdan beri saygı ve büyük bir hayranlıkla takip ettiğim Dr. Okan Dağlı başta olmak üzere, birçok değerli kalemle birlikte böyle bir bayrağı taşımaya çalışmak büyük bir onur ve sorumluluk, aynı zamanda da hayatımın geri kalanını şekillendirecek harika bir yolculuk olacak.
Beni çok heyecanlandıran bu yeni oluşumda yer alma fikri ortaya ilk çıktığı günden beri ne yazacağım, nelerden bahsedebileceğim konusunda birçok düşünceyle uyudum, uyandım. Ancak; zaman, bizleri bu süreçte en çok da adalet konusunda kafa yormaya zorluyor. Bir süredir dünya, düzen ve hatta kendimle bile adalet konusunda savaş verirken, sorgularken buluyorum kendimi, sıklıkla. Doğru ve yanlışı sadece kendi tarafımdan değil, karşıdan da bakarak ayırt etmeye çalışıyorum. Ne kadar adil ve iyi bir ortamda yetiştiğimizden bağımsız olarak, insan olmanın doğasında, kişisel istek ve çıkarlara paralel olarak, hepimizde zaman zaman adaletsizliğe bir eğilim ortaya çıkabiliyor. İşte o zaman insanın kendisiyle savaşı başlıyor, kıran kırana. Şahsi istek ve çıkarlarınız doğrultusunda alacağınız kararlar, illa ki birilerinin hayatını da etkiliyor ve bu durum büyüme ve gelişme çağımızda hem ailelerimizden ve hem de okuldan aldığımız eğitimlerle bizlere öğretilmeye çalışılsa da tam idrakına ancak kendiniz yüzleştiğiniz zaman varabiliyorsunuz. Doğruyu seçmek; günümüz koşullarında, hızla değişen, gelişen, maddi manevi gücümüzün yetemediği bu hızlı dünyada artık hiç de kolay değil. Teknoloji çağının da yardımıyla ve doğal getirisiyle kolay yoldan iyi bir hayata kavuşma, hep özendirildiğimiz maddi manevi olanaklara sahip olma, güzel olma, mutlu olma, hatta en iyi olma gibi pek çok uyaran ve baskı tarafından esir alınıyoruz. Bu istekler bir hırsa dönüşmüyorsa oldukça kabul edilebilir ve insanın gelişmesine katkıda bulunan arzular olsa da, her konuda
“en” olmak zorunda hissetmek/hissettirilmek ve hatta zaman zaman dayatmalara maruz kalmak, sınırların da zorlanmasına neden oluyor. Bu tüm güzel imkanlara ulaşmanın pek çok yasal ve yasa dışı yolu var. Yasal yolların bizlere bu olanakları arzu ettiğimiz kadar hızlı ve emek harcamadan veremediği gerçeğini artık hepimiz biliyoruz. Dünyanın bu yetişilemez hızıyla birlikte de pek çok yasadışılık ortaya çıkıyor. Yaşadığınız ülkede bundan beslenenlerin sayısı fazla değilse, bu tür durumlarla daha az karşılaşıyorsanız ve karşılaştığınız zaman da adaletsizliğin cezasını bulacağına inanıyorsanız, adalet duygunuzu biraz daha rahat geliştirebilirsiniz. Adaletsizliklerin ve usulsüzlüklerin doğal karşılandığı bir ortamda büyümediğiniz ve yaşamadığınız zaman, yanlışları daha kolay ayırt edebiliyorsunuz, yasaların ve cezaların varlığı ise yasadışılıkların ortaya çıkmasına mani olurken sizleri de doğru olanı öğrenmeye mecbur bırakıyor.
Bizler coğrafi konumumuz itibarı ile ataerkil yapı, din ve kültür gibi nedenlerden dolayı biraz daha az adaletli bir dünyaya doğuyoruz. Yetiştirilirken bizlere verilen değerden dolayı aileden görmeye alışkın olduğumuz ayrıcalıklar ve bazen en iyisine layık olma konusundaki sorgulanmayan inanç nedeniyle de adil olma duygumuz yeterince gelişemeyebiliyor. Bunların tamamı kötü niyetle yapılıyor veya kullanılıyor diye imada bulunmak gibi bir amacım kesinlikle yok, ancak işverenimizden izin istemek zorunda kalmamak için hasta raporu almak, çok geç kaldığımız için trafikte birilerinin yolunu kesmek, uzun kuyruklarda bir tanıdığımızın yanına sıkışmak, işimiz erken hallolsun diye ahbap ve tanıdıklardan imtiyaz beklemek gibi günlük hayatta sıklıkla başvurduğumuz yöntemler de aslında adaletimizin terazisinde bir takım sapmaların olduğunun göstergesi.
Son günlerde okuduğum birkaç haberde, toplumumuzda yaygın olan karma ve “kınayan kınadığını yaşar” inanışı nedeniyle suçluları suçlu ilan etmekte ciddi bir tedirginlik yaşadığımızı fark ediyorum. Çalana “ihtiyaçlıydı”, alkollü araç kullanıp birilerine öldürmeden zarar verene “o da böyle olmasını istemezdi” veya “kazaydı” gibi masum sayılabilecek bahaneler bulurken, cinayete “iyi hal indirimi”, taciz ve tecavüze “bir kereden bir şey olmaz” veya “açık giyinmişti” gibi daha ürkütücü bahaneler bulunduğunu görüyor, duyuyor, okuyorum. Yolsuzluk, suç veya usulsüzlüklerde sıklıkla denetimsizliği, cezaların yetersizliğini, devleti suçlayanlar da mevcut. Bir de sistemdeki açıklar nedeniyle usulsüzlükleri hepimizin doğal olarak yaptığına yürekten inananlar. Geçtiğimiz aylarda ülke gündemini uzun süre meşgul eden reçete usulsüzlüğü soruşturması kapsamında hem hekimlerin hem de eczacıların neredeyse tamamının hırsız olduğunu sosyal medyadan haykıran gruplar olmuştu. Kısa bir süre önce kendi eczanemde yaşadığım bir hırsızlık olayı konusunda polise şikayetçi olduğum için pek çok ilginç mesaja maruz kaldım, eczacı olduğum için bu hırsızlığı hakettiğimden tutun da reçete yolsuzluğu kapsamında tutuklandığım zaman benim de kelepçeli fotoğraflarımın paylaşılacağına kadar bir çok mesaj ve temenni. Çünkü hepimiz birbirimizin sistemsizlik nedeniyle usulsüzlükler yaptığına eminiz. Bu ülkede bilinçaltımızda usulsüzlüğün olmamasının mümkün olmadığına inanıyoruz. Bu inanış da “ne yaparsak yapalım düzen değişmez” düşüncesiyle taçlanıyor.
Peki tüm bu sistemdeki sorunlar ve eksiklikler suç işlememizi meşru kılar mı? Denetimde aksaklıklar var diye betondan, demirden çalarak birilerinin hayatına kastetmenin açıklanabilir bir yanı var mı? Polis denetimi az diye sınırın üzerinde alkol alıp birilerini hayattan koparmanın? Gözümüzün gördüğü, canımızın istediği ancak paramızın yetmediği bir eşyayı bir başkasından izinsiz almanın? Kolay yoldan para kazanabilmek için birilerini zehirlemenin? İstediğimiz hayata sahip olalım diye birilerinin önüne geçerek veya emeğine saygısızlık ederek yükselmenin? Sırf canımız istedi ve hoşumuza gitmeyen şekilde davrandı diye bir canlıya şiddet uygulamanın veya çevreye zarar vermenin? Bizim istediğimiz şekilde yaşamadı diye ayrıştırmanın, ötekileştirmenin, aşağılamanın? Altında yatan nedenler uzun uzun her yönden tartışılabilir ama bu dünyada geçireceğimiz sürenin tek amacının keyifle, birlikte yol almak, paylaşmak ve geliştirmek olduğuna ve tüm bu teslimiyetin ve inançların değişebileceğine yürekten inanıyorum. Özellikle değişmeye ve değiştirmeye kendimizden başlarsak, yanlışı kabullenmez, doğruları ve haklarımızı korkmadan talep edebilir ve savunabilirsek, her şeyin yükünü sisteme yüklemez, sorumluluk almaktan çekinmezsek…
İnsan olduğumuzu ve dünyadan sadece geçip gideceğimizi unutmadan, barış ve huzur dolu, adil bir dünyada yaşamak tek temennim. Bu temennime olan inancımı ayakta tutacak ve güçlendirecek yegane şey ise günlerdir Şampiyon Meleklerimizin ailelerinin verdiği mücadelenin hakettiği sonuca ulaşması olacak. Adalet hepimiz için olmazsa olmaz tek olgudur.
Hepinize yeniden Merhaba! Keyifli bir yolculuk olmasını dilerim.