Güzellikler, incelikler, özen ruhumuzu besler. Ben, bir şeylere razı gelerek yaşayabilen birisi olmadım hiçbir zaman. Hep daha iyisini, daha güzelini hayal ettim. Bu da beni hep ayakta tutan, gücümü koruyan bir özellik oldu.
Hırslar değil bahsettiğim. Daha güzel yaşamak, özen göstererek yaşamaktan bahsediyorum. Elimden geldiğince her şeyi bir kutlamaya çevirmek için çaba sarf ediyorum. Akşam yemeğini de, okuduğum bir kitabı da, dışarıda bir kahve içmeyi de ve tabi ki yaşamayı da. Lüks düşkünlüğünden çok yaşadığım deneyimlere özen göstermekle alakalı bir durum. İnsanın dünyada geçirdiği o kısa süre içinde özenerek yaptığı şeyler kar kalıyor yanına. Gerisi zaten biz gittikten birkaç yıl sonra unutuluyor.
Avrupa’da en çok özendiğim şeylerden biri bu. İnsanların çok önemli bir kısmı kendilerine saygı duyuyor yaşadıkları hayata özen gösteriyorlar. Giyimleri, beslenme tarzları, spor alışkanlıkları, sosyal hayatları da dahil her şey dengede ve her şeyi özenerek yapıyorlar. Tüm marketlerde, sokaklarda çiçekler satılıyor, yolda evine veya ofisine giderken kucağında buket taşıyan kadınlar ve adamlar görüyorsunuz. Hatta pandemi dönemindeki kapanmada Fransa’da çiçekçiler hükümet kararı ile açık bırakılmıştı, çünkü market ve eczane gibi çiçek de bir zaruri ihtiyaçtı. Koca şehirlerde, onca uzak mesafeye rağmen iş çıkışı arkadaşlarıyla bir mekanda oturup içkisini içerken sohbet eden insanlarla dolu her yer. Bir ürün satın aldığınız zaman “hediye mi” diye soruyorlar, hediye derseniz o hediyenin ambalajını özenerek paketliyorlar. Aldığınız içkiler için özel kutular var ve içkinizi o kutuların içerisine koyuyorlar, siz de öylesine özenli bir paketi elinize aldığınız zaman mutlu oluyorsunuz. Her talebe bir cevap var, her mekanda veganlar için, glüten intoleransı olanlar ve hatta diyabetikler için alternatifler mevcut. Maddi imkanlar diyebilirsiniz, ancak onlar da bu haklarını öne kendileri sonra başkaları için talep ettiklerinden bu imkanlara sahip oldular. Empati, duyarlılık ve farkındalıkla yaşıyorlar. Hem kendilerinin hem de diğerlerinin hakkını gözeterek sürdürüyorlar hayatlarını. Bugünlerde, bizim coğrafyamızdan çok daha sonra demokrasinin ulaştığı ülkelerle kendi ülkemizi karşılaştırdığımız zaman onların bizden kaç yıl önde olduğunu sayamıyoruz. Coğrafya olarak hayatın bir sınav, ölümden sonrasının ise bu sınavı başarıyla geçenlere bir mükafat olacağına inandırılarak yaşıyoruz. Gidip gören var mı? Cennetten arsa vaat edilen insanlar olarak, bizlere sunulan esas hediye olan hayatı kaçırdığımız yetmezmiş gibi, başkaları için cehenneme çevirmekten de rahatsızlık duymuyoruz. Doğayı, canlıları, huzuru, keyfi, neşeyi, aşkı yağmalıyor, yok ediyoruz. Şanslıysak, şu an bizim için tek gerçek olan dünyada, doğumdan itibaren geçireceğimiz ortalama 80 yılımız oluyor. Bu 80 yıl şarabı plastik poşette taşımak için çok kısa! Cıvıl cıvıl bir şarap çantası istememek ve yollarda kucağımda bir buket çiçek taşımamak için bir neden göremiyorum!
İnsanın kendine saygı duyması ve yaşamına özen göstermesi güzel bir hayat yaşamış olmanın en önemli noktası bence. İklim krizinin etkilerini doğrudan yaşamaya başladık artık, sıcak hava dalgaları, zamansız yağmurlar, kapıdaki gıda krizi ve yaşamın zorlaştığı ülkelerden başlayacak göç akını... Hepsi dünyaya ve kendine en çok zarar veren canlı olan insanın yaptıklarının sonucu. Teknoloji, eğitim ve dünya bu kadar gelişmişken hala yaşadığımız yer küreye saygı duymayı öğrenemememiz ise bu coğrafyanın çok büyük bir zafiyeti. Hoyratız. Her şeyden, kendimizden dahi vazgeçmişiz. Yoksa bu kadar çabasız ve özensiz olmamızın başka bir açıklaması olamaz. Dünyanın gelişmiş yerlerinde yeşil ülkeler yaratmak için çok büyük bir çaba sarf ediliyor. İnsanlar toplu taşıma kullanıyor, kısa mesafeleri yürüyerek gidiyor, marketlerden hazır ama sağlıklı gıdalar alıyor, hem sağlıklarına özen gösteriyor hem de mümkün olduğunca karbon ayak izi bırakmamaya gayret ediyorlar. Şehirlerde kocaman parklar var, ağaçları koruyorlar, yeni yapılar yerine geri dönüştürülen, yenilenen evlerde yaşıyorlar, plastik kullanımının azaltılması için alınan önlemler ve teşviklere -ki bunların başında halka yollarda, istasyonlarda devlet tarafından arıtılmış su temin edilmesiyle plastik şişe kullanımının azaltılması, naylon poşetlerin tamamen kaldırılması ve karton poşetlerin dahi ücretli satılarak halkın bez çanta kullanımının teşviklendirilmesi geliyor- koşulsuz uyuyorlar, hibrit veya elektrikli araçların gerek devlet gerek toplum tarafından kullanımının yaygınlaştırılmasına destek veriyorlar, güneş enerjisini güneşin az olduğu ülkelerde dahi etkin kullanıyorlar. Halk da devletle iş birliği içinde daha iyi koşullarda yaşamak için bir çaba ortaya koyuyor. Ülkesine de kendi yaşamına da özen gösteriyor. Bizlerse araç muayeneye gittiğimiz zaman kontrol dahi edilmeyen araçlar için devlete binlerce lira ödüyor ve sesimizi çıkarmıyoruz yoksa muayeneyi geçemezsek masraf çıkabilir. Ama hepimiz de şikayetçiyiz. Her şeyden. Emek harcamadan, ses çıkaranlara biraz da canımız sıkılarak. Çünkü sesleri bir duyulursa eyvah! Bizim de rahatımızı bozacaklar.
Yani demem o ki, biz kendimizden ve hayatımızdan başlayarak özenmez, özen göstermez ve çaba harcamazsak başkalarının bahçelerindeki çiçeklere imrenmeye devam eder, bizim bahçemizdeki toprağın verimsizliğinden dem vururuz daha yıllarca. Oysa toprağı canlandırmak da bizim elimizde, çiçeği yetiştirmek de ve hatta yağmuru yağdırmak da. Duayla değil de özenle, emekle, zamanla…