Alışmak istemeyebilirsin bu kokuya, bu koku ağır gelebilir sana. En ağır kokuyu özleyebilirsin hatta yeter ki yanık kokusu gelmesin burnuna asla.

Her şehri saran kokular arasında yemek kokularını seçmekte zorlanabilirsin, ten kokusu değil de insan kokusu ağır gelebilir sana. 

Bir bir uçurtma yapıp hayallerini, atabilirsin kaldırımdan aşağıya. Kaldırımlar bugünlerde yeterince kısa.

Aşağılık bir komplekse girip oturabilirsin egolarının yanına ve tanışmadığın insanlara anlatabilirsin kendini saygısızca.

Kokunu yayabilirsin ağzından, hatta çıplak ayaklarından. Kimse anlamaz sen olduğunu yeter ki anlat utanmadan. 

Yangınlardan önceydi bu yazı, görsel yangınların çok öncesinde. Yine de kokusunu alabiliyorduk her çağda, her şehirde. Birçok insanın yangın kokusunu. İnsanlar ve insanların yangınları. 

Sadece çöpler yakılırdı eskiden şimdi; her şey. İnsanın duyguları yakılıyor duygusuzca, bedeni yakılıyor hoyratça, düşleri yakılıyor, başı yakılıyor ağrılarla, canı yakılıyor; canından can koparıldıkça…

Üç parmağım da aynı anda yandığı andan itibaren yanmanın ne kadar acı verici olduğunu ve derecesi düşük bir yanığın bu kadar acı verirken, derecesi yüksek bir yanığın ne kadar acı verici olabileceğini düşünüp dururum. Yanarak can vermek hiç istenmeyecek bir ölüm şekli. Yakarak ne canlar öldürdüler.

Çöpler yakılırken evlere sinen o koku, ağaçlar yanarken göğe yükselen o koku, insanlar yanarken insana ulaşmayan o koku…

Kimse engel olamadı… kimse…

Güncel olayları ne kadar takip etsek de artık yakalayamıyoruz olayları. Artan nüfusa bağlı olarak artan olaylar, işlenen suç oranları, yetmeyen su ve elektrik hatta yol. Ev olayına hiç girmiyorum bile. Evsizlik bu çağın modası. İnsanların en büyük yangınlarından biri de artık evsizlik.

Bir tane ağaca bile sesimiz yetmedi, bu yüzden bir bir, iki iki çoğaldı ağaç kesmeler. Nefes alamadı ne kuşlar ne insanlar. Kuşların yuvasız oluşunu o kadar iyi anlıyorum ki; balkonun çeşitli yerlerine yuva yapmaları, camlara ve mermerlere düşen kakaları hiç umurumda değil. Umurumda olan yavruları ürkmesin diye balkona çıkmayışım. Serçelere ekmek ufalarken hızlıca evin içine kaçışım. O kadar çaresizler ki ve o kadar savunmasız. Kaçacak delik aramayı onlardan öğrenmek mümkün. Onlardan mimarlığı da öğrenebilsek ne iyi olurdu, eşit boy çalıları, telleri bulup getiriyorlar yuva yapmak için ne ilginç. Bir de ekmeği paylaşmak uğruna ötüyorlar değişik tonlarda uzunlu kısalı. Paylaşım ve yapım açısından örnek alınası. 

Şiir okurken Catullus çıktı önüme;

“Ağlayın Venus’ler, Cupido’lar
Ve sizler, pek çok güzel insanlar.” Kısmını yazıma ekletti.

“Lanet sana, sevimli olan her şeyi yok eden
Orcus’un kötü karanlıkları.” Diye devam ederken karşıma başka başka şiirler dizildi. Bıraktım yazmayı. Bıraktım yanmayı. Oysa her şiirde yaktım kendimi. Her dilde. Her çeviride. Yanmanın yabancı dili de çevirisi de yoktu.