İçinde binlerce kişinin yaşadığı, yüzlerce işyerinin olduğu ve asırlar öncesinden günümüze dek ayakta durmaya çalışan bir kalenin içinde yaşıyoruz.


Çok değil yarım asır öncesine kadar Mağusa suriçindeki taş binalar, ilgisizlikten yıkılmaya yüz tutmuş anıtsal yapılar, kiliseler, çeşmeler harabe olarak nitelendirilip, oradan sökülüp atılması gereken yapılar olarak değerlendirilirdi.
Kent halkı betonarme evler, dükkanlar yapmak için bu yapıların kökten temizliğini yani greyderlerle (Kıbrıslının deyimiyle şirolarla) atılıp yer açılmasını savunuyordu.
Bu tarihi yapıların, eski eserlerin bir kısmı ya Eski Eserler Dairesi, ya da belediyeler veya Vakıflar tarafından ambar ya da depo olarak kullanılıyordular.
Elbette o günden bugüne çok şey değişti.
Ulaşımın kolaylaşması, Kıbrıslı Türklerin AB pasaportlarının de vesile olmasıyla insanların gezip gördüğü yerlerin sayısı arttı. Mağusa turistik bir destinasyona dönüştü çok uzun yıllar sonra.
Fakat biz bu kenti ne kadar hakkediyoruz?
Geçmişiyle, biriktirdiği tarihi ve kültürel değerleriyle, bize emanet bırakılan anıtsal yapılarıyla, surlarıyla, mazgallarıyla bu kenti ne kadar özümseyip benimsiyoruz?
Bu sorulara olumlu yanıt verebilmek gerçekten zor.
Mağusa’ya gönül vermiş, burada doğup büyüyen ve kenti kendi evi gibi gören bir kesim azınlığın dışında kalanlar kenti kirletmekle ve bozmakla meşgul. Hem de her gün ve bıkmadan, usanmadan!
Belediye her ne kadar iyi niyetli olsa da, özellikle tarihi ve anıtsal yapılara özel ilgi göstermeye başlasa da ceza-ödül sistemi oluşmadığı sürece insanların yaşadıkları bu tarihi kenti inanılmaz derecede çöplüğe dönüştürmesi kaçınılmazdır.
-Yanında kamusal alanı derme çatma barakalarla işgal etmek,
-Önündeki kamusal alan olan yolu ve kaldırımı istediği saat ya da sürekli kapatıp kullanmak,
-Ya da hiç kullanmadığı atıklarını buraya yığmak, çöpünü dökmek,
-Sur diplerine, eski eserlerin bahçelerine, evine komşu olan alanlara gelişigüzel ağaçlar ekip bir süre sonra mülküne dahil edercesine tellemek,
-Arabaları için yandaki arazilere barakadan garaj ve depo yapmak,
-Yaptığı inşaattan artan malzemeleri evinin önünden geçen yolda yıllarca biriktirmek,
Ve buna benzer eğilimleri Mağusa suriçinde düzeltmek kolay kolay mümkün olmuyor.
İyi niyet, konuşmak, anlatmak, uyarmak yeterli olmuyor. Dersler, seminerler, paneller sonuç vermiyor.
Otorite ve irade eksikliğini insanlar sezerse eğer her tarafı anında çöplüğüne döndürmek gibi içgüdüsel bir davranışa sahip.
Mağusa suriçinde irade koyması gereken, gerektiğinde ödül gerektiğinde cezayı kesmesi gereken, adına 2300 yıl sonra Gazi de eklenen Mağusa Belediyesidir. Bu ünvanın hakkını verecekse Doğu Akdeniz’in en gözde, en tarihi kenti rica minnetle değil irade ve otoritesini kullanarak yönetmek ve geliştirmek zorundadır.
Aksi halde eskilerin çok kullandığı bir tekerleme misali “Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi” atasözünün her gün hatırlandığı bir kent olmaktan öteye geçemeyecektir ‘Gazimağusa’!