BUNA ŞİMDİ BAŞLIK DA LAZIM
"Kaç yaşına gelirsen gel uyuyunca geçecek gibi gelecek. Ve kaç yaşında olursan ol uyuyunca geçmeyecek" Cesare Pavese
Pavese ve Pessoa, hep farklı kitaplarda -art arda- karşıma çıkan yazarlar. Nedense seçtiğim kitaplar, onlara yer vermiş yazdıkları yazılar içinde; bazen başında bazen ortasında. Sonlarda hiç rastlamadım onlara. Paragraf başlarında olmaları yetti zaten okuyucuya.
Uyuyunca geçmeyeceğini bilsek de uyuyunca unutacağımızı biliyoruz; bu yüzden uyumak tatlı geliyor. Uyuyabildiğimiz sürece.
Birçok konuda yazılar yazmış olsam da, bazen oturup yeni bir yazı yazmayı tercih ediyorum köşelerime. Köşelerim evim benim, evet sonunda ev adresimi verebilirim soranlara. Yersiz, yurtsuz, sokaksız kaldığım bu şehr-i adada, yarım kalmış yüzümle, çeyrek bir hayat yaşarken rastlıyorum işte; benden çok önce var olan aynı kafada insanlara.
Kimin gördüğü kimin duyduğu önemli değil, önemli olan görülebilmesi var olanları ve yok edilenleri. Yok edileni görmek de bir erdemdir. Erdem, içinde ahlâk’ı barındırır. Ahlâk, çoğu insanın uzak kaldığı kavram.
Kişinin değer yargıları, değerleri, olaylara bakışı, sorunları çözüşü, kendi, çevresindeki derken; çoğalması çevresinin fakat kendini çoğunlukta azaltması. Azalmamak için başkaldırmak asilik, boyun eğmek enayilik, bitmiyor ki kişinin kendiyle ve çevreyle olan derdi. Sonu hep gürültü patırtı.
Sayfa 16’daki “kutsal çocuğun” repliği, yazısı Mine Söğüt’ün -öyküsü- sonunu getirmediğim, okurken her sayfada asileşip sakinleştiğim… Sakinleşmek için açtığım kitap kapakları daha çok gerilmemi sağlıyorsa başka kitaplarla eş şekilde devam ederim okumaya. Denge için. Denge şart. Denge; dengede kalmamı sağlıyor.
Bir kart seçmek isterken “denge” çıksın diye bekliyorum. Her işarete hazırım. Bilincimin kaybını engellemek için hazır olmam şart. Dengesiz varlıklar arasında dengede kalabilmek adına tüm yaptıklarım, yaşadıklarım hariç mi bilemiyorum. Kaybedilen dengeyi bulmak için denge kartına ihtiyacım var, bir görsele, bir işarete ve bir habere. Dengesizliği eşitlemek için birkaç söze, iletişime, denize, kuma, havaya, havadaki maviye.
Maviyi hızla kızıla boyayan doğa değil insan artık. Doğaya hükmedebileceğini zanneden ve doğanın hükmü altında hep ezilen. Kendini Tanrı’ya eş gören, kendini eşsiz gören fakat giderek eşleri artan fiziken, ruhsal açıdan özünü kaybedip bilinmezin değil bilinenin peşine düşen insan için söylenebilecek ne kalmışsa söyleyenlerin yazılarını istifliyorum yeniden; ne hard diskler yetiyor saklamaya ne soft diskler. Sofistike olmuş kişiler.
Bekleyen her şey bekliyor. Zamanı var diyorum her şeyin. Her şey zamanını bekliyor. Gece bitmeden gündüze, gündüz bitmeden geceye geçilmiyor. Dengesi var doğanın, insan tarafından hızlıca bozulan. Dengesizliği yüzünden insanın, son bulan. Sonu bulanlar biliyor olmalı sonunu. Biz garip bir zaman dilimi ortasında bekliyoruz sadece zamanını.
Zaman, öyle bir kavram, öyle bir kavram ki; neyse çiçeklere su vermeliyim. Bunlar derin konular…