Ülkemizde mevcut veya süregelen sanatsal faaliyetlerin; sayısını, çeşitliliğini, toplumun ihtiyaçlarını hangi ölçüde karşıladığını, toplum olarak sanatsal faaliyetlerle ilgili ne gibi taleplerimiz olduğunu, sanatçıların yaşadığı zorlukları, sorunları ve devletin sanata ve sanatçıya ne kadar destek verdiğini sorguluyorum çok uzun zamandan beridir. Gelişmiş ülkelerdeki sanatsal ve kültürel faaliyetlerin yoğunluk ve çeşitliliğinin; bireylere ve toplumlara olan olumlu etkilerini, sanatçıların toplumda ne denli prestijli ve saygın bir konumda olduklarını, o ülkelerde sanata ve sanatçıya verilen değerin günden güne yükselişte olduğunu imrenerek takip ediyorum. Öyle ki insanlar sağlıklı yaşam için; spor ve sağlıklı beslenme alışkanlığı gibi, sanatsal etkinliklere katılmayı da bir alışkanlık haline getirdiler. İyileşiyorlar, mutlu hissediyorlar, mental sağlıklarını sanat vasıtasıyla koruyorlar. Peki, bizim ülkemizde bu durum nasıldır? Suya, havaya, yemeğe, giysiye ve barınabileceğimiz bir mekâna ihtiyaç duyduğumuz kadar, sanata da ihtiyaç duyuyor muyuz? Duymuyorsak, bunun sebebi veya sebepleri nelerdir? Hiç düşündünüz mü?

 

Malumunuz olduğu üzere son dört yıldır, yeni dünya düzenine ayak uydurmaya çalışan mağdur vatandaşlar olarak, alım gücümüz ciddi anlamda düşmüş durumda. Ekonomik sorunların yanı sıra, ülkesel ve küresel sorunlar içerisinde yoğrulan bizler, hayatta kalma mücadelesi, gündelik ve ailevi sorumluluklarımız, işimiz ve gücümüzle bir hayli yoğunuz. Sanatın iyileştirici özelliğini unutarak, yapmak zorunda kaldığımız ödemelere, yetiştirmek zorunda olduğumuz gelirimize ve işlerimize, zaruri ihtiyaçlarımıza odaklı bir şekilde yaşamlarımızı sürdürüyoruz ve tabi ki çoğu zaman sanata ne derece ihtiyacımız olduğunun farkında bile olmadan yaşam mücadelesinde ayakta kalmaya çalışıyoruz.

Çok derinlere dalmadan evvel öncelikle, ihtiyaç ve lüks kavramlarının sözlük anlamlarını kısaca bir hatırlamak gerekir diye düşünüyorum. TDK'ya göre ihtiyaç; gereksinim, güçlü istek, yoksulluk ve yokluk anlamına geliyor. Lüks ise; gereksinim dışı olan, sıradan olmayıp pahalı zevkleri içinde barındıran anlamı taşıyor.

 

Olaya sanat açısından bakacak olursak, var sayalım ki canınız bir müzikale gitmek istiyor. Viyana’da ‘Cabaret – Life is a Cabaret’ Müzikalinin sahnelendiğini duydunuz ve ne zamandır bu müzikali izlemek istiyordunuz. Sizce ülkemizde kaç kişi sırf Cabaret Müzikalini izlemek için Viyana’ya gidebilir? Müzikali bir tarafa bırakırsak, yine sanatın tam merkezi ve kabinin attığı yer olan Viyana ile devam edelim. Dünyanın en önemli müzelerinden birisi olan Sanat Tarihi müzesine (Kunsthistorisches Museum) gitmek isteyen asgari ücretli bir özel sektör çalışanı olduğunuzu var sayalım; Viyana'da bulunan müzeye gitmek sizin için bir lüks sayılmayacak mı? Lüksü geçtim, gidebilmek mümkün olabilecek mi? Çünkü kazancınız; gündelik ihtiyacınızı karşılama noktasında dahi yetersiz kalıyor. Mutfak masrafları, elektrik, telefon, su faturaları derken daha ayın başından, ay sonunu nasıl getiririm diye düşünmeye başlar çünkü bir asgari ücretli. Hatta artık sadece asgari ücretle çalışanlar değil, halkımızın çoğunluğunu oluşturan, kısıtlı bütçeye sahip olan herkes! O kadar ki; bırakın sanat için harcama yapmayı, ay sonuna kadar parasız kalırsam nasıl hayatta kalırım korkusuyla uyuku uyuyamaz. Dolayısıyla, bu coğrafyada yaşayan birçok kişi için başka bir ülkeye sanat gezisi yapmak lüks sayılacaktır. Bahsi geçen müzikali izlemek isteyen Viyana halkına gelecek olursak; isterlerse yüksek meblağlı bilet satın alırlar veya bütçelerine uygun biletler de bulabilirler. En ucuz bilet, ayakta izlemek isteyenler için satılan bilettir ki, ülkemiz şartlarında düşünürsek bir bardak kahve fiyatına denk gelir, hiç para vermek istemezlerse binanın dışındaki dev ekrandan da müzikali seyretme imkânları vardır. Peki tamam Viyana’ya sanat gezisi yapmak uzak bir hayal, çok uzağa gitmeyelim; Mağusa'dan Lefkoşa'ya tiyatro izlemeye gitmek istediğimizi varsayalım ki şu anda Lefkoşa'da sahnelenmekte olan birçok değerli tiyatro oyunu var, Mağusa'dan çıkıp Lefkoşa'ya her gece bir tanesini izlemeye gitmek isterseniz şayet ki bu haftada bir de olabilir, sadece gidiş dönüş benzinini hesaba katacak olursak, asgari ücretli bir Mağusalı için tiyatro izlemek lüksten mi sayılacak? O da tabi bir arabanız varsa… Hâlbuki ülkemizde toplu taşıma ile ilgili büyük bir eksiklik olmasa, asgari ücretli Mağusalı gece saatlerinde bile tiyatro izlemeye Lefkoşa’ya uygun fiyatlı trenle veya otobüsle gidebilecek durumda olacaktı.

 

Yanlış anlaşılmak istemem, eleştirdiğim husus ülkemizde sanatsal faaliyetlere katılabilmek için ödediğimiz ücretler değildir. Ülkemizde sanatçılar çoğunlukla kendi imkânlarıyla bin bir zorlukla üretiyorlar ve yoktan var ediyorlar. Özverili çalışmalar yürüten sanatçılarımızın emekleri paha biçilemezdir ve ücret karşılığı katılım gösterebileceğimiz sanatsal faaliyetlerin çoğu da oldukça uygun fiyatlıdır. Eleştirdiğim husus; ülkemizdeki düşük gelir, enflasyon, geçim sıkıntısı, kontrolsüz yükselen fiyatlar ve zamlar dolayısıyla, ekonomik kriz yaşayan insanlarımızın sanata harcama yapmaya mecalinin ve zamanının olamayacağı duruma getirilmesidir. Ülkemizdeki altyapı sorunları, ekonomik ve teknik zorluklar, ulaşım güçlüğü; devletin sanatla ilgili bir devlet politikası olmaması sebebiyle sanatçının ve sanatseverlerin yaşadığı zorluklardan birkaçıdır. Bir Viyanalı için sanat sevgisi sınıfa bağlı olmazken, yaşadığımız coğrafyada asgari ücretli bir vatandaş için durum neden böyle değildir?

 

Ruhumuzu besleyen, bize kendimizi iyi hissettiren, sorgulatan, düşündüren, sanatsal değer taşıyan, bilgi katan birkaç tiyatro neden asgari ücretle çalışan Mağusalı için lüksten sayılsın?

Oysaki sanat bir araç değil midir aynı zamanda ve bu araç; bulunduğu alanı, insanları, toplumları veya toplulukları değiştirmek, dönüştürmek için, iletişim ve etkileşim için, zihinsel sağlığımız yani mutlu hissetmemiz için, huzurlu, çağdaş ve medeni bir toplumda yaşam sürmemiz için bir ihtiyaç değil midir? Pek tabi ki öyledir. Sanatın üzerimizde olumlu birçok etkisi vardır. Dolayısıyla hem bireysel hem de toplumsal anlamda; sanat bir ihtiyaçtır. Bu nedenle sanat ülkede herkes için erişilebilir olmalıdır. Devletin ve yerel yönetimlerin sanatla ilgili politikalar üreterek sanata ayrılan bütçelerini arttırmaları büyük bir gereksinimdir.

 

1999 yılında yanıp kül olan Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları binası bugün halen atıl durumda ve üzerinden çeyrek asır geçmesine rağmen, yeni bina yarım inşaat olarak kaldı ve yapımı henüz tamamlanmadı.  2021 yılında tamamlanacağı vaat edildi fakat yıl 2024, elde var sıfır. Devlet tiyatroları sanatçıları çok zor şartlar altında ve bin bir güçlükle, tam donanımlı olmayan farklı farklı salonlarda, oradan oraya taşınarak oyunlarını sahnelemeye çalışıyorlar. Bizim ülkemizde, sanatçıya ve sanata verilen değer de bu kadar demek ki. Devlet değer vermezse, halk nasıl değer versin orası da ayrı bir tartışma konusu. Umarım en kısa süre içerisinde yeni binalarına ve sahnelerine kavuşurlar demekten başka bir şey gelmiyor elimizden ne yazık ki.

 

Kıbrıs şartlarında size çok ütopik gelebilir fakat alımdakileri sizinle paylaşmadan geçemeyeceğim. Aklımda; tam donanımlı, ihtişamlı, görkemli, işlevsel, halka açık ve içinde Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın salonunun da yer alacağı, aynı zamanda derneklerin, sanatçıların da kullanabileceği, her türden sanatsal faaliyetlere ev sahipliği yapabilecek çeşitli sahne, galeri, atölyeler, stüdyolar, müzeler ve salonların da yer alacağı bir kültür sanat merkezi var. Hatta bu kültür sanat merkezinin tüm şehirlerde olduğunu düşünün! Sanatçıların, derneklerin maddi kaygı duymadan bu merkezden faydalanabildiklerini, sanatsal etkinliklerin duyurularının etkili bir şekilde bu merkez tarafından yapıldığını, devlet ve yerel yönetimler desteğiyle halka açık ve ücretsiz etkinliklerin sıkça düzenlendiğini, halkımızın düzenli olarak sanatsal etkinliklere katıldığını, hatta ulaşım sorunu olanlara şehirlerarası ve şehir içi toplu taşıma imkânı sunulduğunu düşünün. İşte o zaman sanat herkes için erişilebilir olmaz mı? Böylelikle halkımız hem; sanatın sağlıklı yaşam için ne derece önemli olduğunun farkına vararak sanatsal etkinliklere katılmayı alışkanlık haline getirecek, hem de; sanatın çeşitli dallarını talep etmeye başlayacaklardır. Toplum açısından baktığımızda ise; sanat en etkili enstrüman olduğundan hem; sevgi, saygı, hoşgörü, temel insan hakları bilinci, sanatsal vizyon vb. sivil topluma entegre edilecek, hem de; her geçen gün değişen, gelişen, ilerleyen, mutlu, huzurlu, kültür seviyesi yüksek bir toplum yapısı oluşturulacaktır. Sanatçılar ise; mekân, maddi, teknik, insan kaynağı vb. gibi konularda herhangi bir kaygı duymadan mutlu ve motive olmuş bir şekilde üretebileceklerdir.

 

Bireyler açısından da, toplumlar açısından da sanat bir ihtiyaçtır ve devlet ile yerel yönetimler bu ihtiyacımızı karşılamakla mükelleftirler. Evet, bugünkü şartlarda yukarıda saydıklarım ütopiktir fakat unutmayalım ki imkânsız da değildir. Yeter ki niyet olsun.

 

Sanat dolu yarınlara, şimdilik hoşça kalın.