Yaşadığı coğrafyanın kurbanı olan küçük ve savunmasız bir kız çocuğu. Adı gibi narin. Türkiye gündeminde haftalardır bu konu konuşuluyor. Türkiye’nin Tavşantepe köyü sessizliğe büründü. Kamuoyu hariç herkes Narin’e ne olduğunu biliyor ama kimse konuşmuyor. Bir cinayet ve birçok senaryo. Narin’in öldürülmesinin perde arkasında ne var? Muhafazakar bir köy ve sözde muhafazakar bir aile! Narin’in ölümünün arkasında devasa bir sır perdesi var. Narin’in ailesi olan Güran ailesi karanlık bir aile. Bu ailenin tüm fertleri Narin’in kimin tarafından öldürüldüğünü net bir şekilde biliyor fakat hepsi sessizlik yemini etmiş gibi susuyor. Bazı iddialara göre ise bu cinayetin kim veya kimler tarafından ve neden işlendiği çözüldü fakat açıklanmıyor. Bu bağlamda kimin veya kimlerin korunduğu da merak konusu.
Bu meselede birkaç tip suçlu ve fail diyebileceğimiz kategori var. Bir tanesi eylem üzerinde ortak hakimiyet sağlayan müşterek failler ki bunlar Türk Ceza Kanunu (TCK) 82. Maddesinin 1 e bendine göre yargılanırlar. Çocuğa ve beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişiye karşı birlikte (iştirak halinde) öldürme suçu. Salim Güran(Narin’in amcası), Nevzat Bahtiyar (İtirafçı), Anne Yüksel Güran ve Abi Enes Güran ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle yargılanacak isimler. Diğer altı tutuklu ise suçluyu kayırma TCK 283. ve 281. maddesi uyarınca tutuklandılar. Bunlar da suç delillerini gizleme, yok etme ve değiştirme suçlarından, aynı zamanda suçluyu kayırmadan yargılanacaklar. Telefon kayıtları ve imajları toplandı. Elde edilen tüm deliller Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca hukuka uygun bir şekilde toplandı. Soruşturma aşamasında şüpheliler üç veya dört defa ifade vermek zorunda kalabilir. Şu ana kadar alınan ve kamuoyuna yansıyan ifadelerde cinayetin ardındaki sır perdesi henüz kalkmış değil. Ancak tüm deliller netleştiğinde ve bu deliller şüphelilere sunulduğunda suçu ikrar etmek zorunda kalabilirler ama bu meselede tutukluların genel tutumlarına baktığımızda bu ihtimal de pek mümkün görünmüyor gibi. Şu ana kadar verilen tüm ifadelerde ikrar olmadığı gibi hiçbiri adaletin tecellisine katkı koymak niyetinde de değil. Karşımızda çok profesyonel ve sorgulamalarda yönlendirilen tüm psikolojik baskılara dayanıklı kişiler var. Önümüzdeki birkaç gün içinde kesinleşecek olan Adli Tıp Kurumu raporlarının ve geri getirilecek olan Whatsapp kayıtlarının bu cinayetin çözülmesi konusunda büyük rol oynayacağını düşünüyorum.
Tüm Türkiye bir olay örgüsü yaparak cinayetin kimler tarafından ve neden işlendiğini bulmaya çalışıyor. Kamuoyu bu cinayetin işlenme motivasyonunu bilmiyor ancak bu olay Diyarbakır’da geçtiği için; feodal toplum, bölgenin geri kalmışlığı üzerinden siyasi ve sosyal analizler yapılıyor. Ancak bu gayriinsani olayı feodal hassasiyetlerle açıklamak büyük bir hata olur. Şöyle ki; Türkiye’nin her tarafında binlerce Narin var. Şiddet gören, başından geçen cinsel istismarı en yakınına bile anlatamayan, eğitim hakkından mahrum bırakılan, genç yaşta evlendirilen, çocuk haklarından bihaber yaşayan yüzlerce çocuk var. Bu çocukların birçoğu katlediliyor ve katiller ise erkek egemen sistemin başrol oyuncuları olarak karşımıza çıkıyor. Narin cinayeti; kadınları koruyan İstanbul sözleşmesini, kadınların ve çocukların şiddete maruz kalmasını engelleyen 6284 sayılı yasayı yeniden tartışmaya açmıştır. Unutulmamalıdır ki, kadın cinayetleri de, çocuk cinayetleri de politik ve siyasidir. Çocukların korunması, güvenli bir ortamda yaşamaları, sağlık ve eğitim haklarının korunması en başta devletin ve toplumun görevidir.
Çocukları koruyacak yasalarda ısrarcı olmak gerekir. Çocukların yaşayabileceği, şiddete ve istismara uğramayacağı bir toplum düzenini kurmak devletin görevidir. Narin cinayeti ne ilktir ne de son olacaktır. Çocuklara sahip çıkacak ve koruyacak bir toplum düzeni yaratılmadığı müddetçe bu haberler sıkça karşımıza çıkacak. İşte bu yüzden Narin’nin davası sonuna kadar takip edilmedir. Sadece Türkiye’de değil; ülkemizde de ve tüm dünyada da hiçbir çocuk ölmesin, istismara ve şiddete uğramasın diye hem toplumsal hem de hukuki olarak mücadele verilmelidir. Bu tür davaların peşi bırakılmamalıdır. Bu nedenledir ki; bir Kıbrıs’lı olarak, Türkiye’de yaşanan bu cinayet beni çok derinden etkiledi.
Ne demiş Ahmed Arif;
“Nerede bir can ölse, Oralı olur yüreğim, olmalı zaten; Olmazsa, insan olmaz yüreğim”
Sağlıcakla kalın…