TİYATRODA DEĞİŞİM

Gösteri sanatları her zaman kültürler ve toplum arasında bir iletişim aracı olmuştur, genellikle tarihi kutlamanın, siyasi eleştiriyi iletmenin veya bazen sadece sosyal dokudan bir kaçış sunmanın bir yolu olarak değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, modern ortamımızda kültürler geliştikçe, sanatın gelişmesi ihtiyacı korkunçtur ve birçok yönden kültürün değişme şeklini de etkiler. Basitçe söylemek gerekirse, zaman değiştikçe, tiyatroya yaklaşım şeklimizin de değişmesi gerekiyor

Tiyatronun nasıl icra edildiğinin tarihi zengin ve dinamiktir. Thespis ve Antik Yunanlıların ilk şiirsel okunuşundan, Shakespeare'in sekizgen arenalarına, Opera binalarının Viktorya dönemi yükselişine, modern film çağına kadar, oyunculuğu bir sanat ve zanaat olarak algılama şeklimiz değişiyor. Hikaye anlatma hayatını seçen aktörlerin ve aktrislerin içinde yaşayan ve yaşayan bir beceri ve zihniyettir. Bununla birlikte, çeşitli alanlarda modernleşme için sürekli bir rekabet olsa da, tiyatro geleneği ve tarihi takdir etme eğilimindedir ve çoğu durumda gelişmeye isteksizdir.

Klasikleri takdir etmekte ve oyunculukta daha geleneksel bir yaklaşımı tercih etmekte yanlış bir şey yoktur, ancak durgunluğun hareketsiz doğası tiyatronun yazımında, yapımında ve yönteminde tezahür ettiğinde, tiyatronun ölmekte olan bir sanat formu olarak algılanması ortaya çıkar. Opera, 19. yüzyılda çok başarılıydı çünkü önceki geleneksel tiyatronun aksine, ses ve hareketin en güçlü yönlerini güçlendiren bir yenilikti. Abartılı, şamatalı ama en önemlisi de yeniydi!

İnsan kompleksi, sanatsal ifade de dahil olmak üzere bulabildiği her yerde modernitenin peşinden koşar. Ancak opera, tarzı boyunca stil, projeksiyon ve hikaye anlatımı biçimi açısından büyük ölçüde değişmeden kaldı. Bunda yanlış bir şey yok, sonuçta gelenek tarihin hayati bir yönüdür, ancak bunun tek anlamı yavaş yavaş ölmesidir. İnsanlar sıkıldı ve daha yeni eğlence biçimlerine geçti.

Korktuğum şey, birçok aktörün ve yönetmenin geleneğe çok sıkı sarılması, ritim ve yapıyı savundukları, kendi yaratıcılıklarının ve sınırlarının sınırlarına katı olmaları. Giderek azalan tiyatro sanatı ne kolayca çözülebilecek bir konudur, ne de onu canlandırmak için yapılabilecek tek bir çözüm vardır. Ancak açık olan şu ki, tiyatroda hikaye anlatma tarzlarımızın sınırlarını zorlayan yeni, heyecan verici kavramlar olması gerekiyor. Şu anda popüler olan mevcut oyunlar ve yapımlar, onlarca yıl önce popülerdi. Karakterler, çok sayıda oyunda benzer olan belirli mecazları yansıtmaya başlar, geri dönüştürülür ve öngörülebilir hale gelir.

Bugünlerde tiyatronun ihtiyaç duyduğu şey, oyuncuların, yazarların ve yönetmenlerin yeteneklerini ve yaratıcılığını sürekli olarak zorlamak için yeni ve heyecan verici projeler üstlenerek normal sınırlarının dışına uyum sağlama yeteneğidir. Daha da vahim olan, hızlı hareket etme ihtiyacıdır. Tiyatro; kültürümüz ve toplumumuzdaki alaka düzeyini kaybetmeye başladıkça, eğitim aşamasındaki çekişini kaybeder. Tiyatro programları okullardan kesiliyor ve tiyatro alanında kariyer yapmak isteyenleri genellikle olumsuz çağrışımlar çevreliyor. Ebeveynler, oyunculuk peşinde koşan çocukları için endişeleniyor, iş, hukuk veya daha istikrarlı olduğu düşünülen bir alanda bir kariyere girmenin daha sağlam olduğunu düşünüyor. Ama sanatın olamayacağı şey sabittir.

Sanatçılar birer yaratıcıdır. İstikrarın gerekli olduğuna karar verdiğimiz, ritmik üretime düştüğümüz an, neden sanatçı olduğumuza dair tüm anlamımızı yitiririz. Sanatımızı geliştirmenin, yeniliği ve heyecanı zanaatımıza geri getirmenin yollarını bulmalı ve geleneksel tiyatronun arkasındaki istikrar dinamiğine meydan okumalıyız!

Bir tiyatro prodüksiyonu sırasında bir şeylerin ters gider mi "acaba" sorusu asla söz konusu değildir... Bu tamamen bir şeylerin "ne zaman" ters gideceği durumudur! Ancak işler kaçınılmaz olarak ters gittiğinde,  paniğe kapılacak mıyız yoksa sebat mı edeceğiz? Üretim zorluğu; yoktan var yapabilme becerisi, hızlı ateşleme tarzı ve yenilikçilik gerektirir. Üretirken karşılaştığımız en büyük sorunlardan bir tanesi bütçemizin beynimizdeki büyük fikirler için yeterince büyük olmamasıdır veya bütçemizi bir önceki proje için zaten fazla harcamış olmamızdır. Şayet bütçemiz yeterince büyük değilse;  ya para biriktirmenin yollarını bulmamız ya da daha fazla para toplamanın yollarını bulmaya başlamamız gerekecek. Bu noktada ülkemizdeki tiyatrolarla, yerel yönetimlerle, kurum ve kuruluşlarla iş birliği yapmanın önemine vurgu yapmak isterim. Sanat için dayanışma içinde olmak büyük bir erdemdir. Toplumları ileriye taşıyan sanat faktörü için, toplumsal bir oluşum yaratılması elzemdir. Ülkemizdeki  tiyatro toplulukları arasında kostüm, aksesuarlar ve dekor aksamları açısından paylaşım yapılması güzel bir örnek teşkil edebilir. Tüm bunların yanında sanata duyarlı hayırseverlerle, sponsor olabilecek firmalarla, kurum ve kuruluşlarla ve en önemlisi de ülkede sanatın gelişmesine yönelik oluşturulacak tatmin edici devlet politikalarıyla bütçemizi arttırabiliriz. Henüz ne yazık ki devletimizin bu yönde aktif bir rol üstlendiği söylenemez ancak gelecek dönemlerde bu konunun ivedilikle çözüme kavuşturulması gerektiği düşüncesindeyim.

Hazır; geleneklerin dışına çıkmaktan, yenilikçi projelerden bahsetmişken, yukarıda vurgu yaptığım konulara örnek olarak; So Kolektif topluluğunun sahnelemekte olduğu yeni soluk bir oyun olan “KISSA”ya da kısaca değinmeden geçemeyeceğim. 4 farklı oyunun aynı anda oynanması bizlere farklı bir tiyatro deneyimi yaşattı. Geleneksel tiyatronun kalıplarını yıkan, izleyicilere farklı bir tiyatro deneyimi yaşatan bu projede 4 kısa ve etkileyici oyunu mekanda gezerek izledik. 4 oyunun hepsi de birbirinden farklı tema ve stillerdeydi. Çok iyi kurgulanmakla kalmayıp, hayran bırakan hikaye anlatıcılığı yanında kusursuz oyunculuklar ve yönetmenlerin yaratıcı dokunuşları ile adeta büyülendik. Bizler aslında; bir projenin imkansızlıklar içinde nasıl hayata geçirilebileceğine, mekan, kostüm ve dekor anlamında maddi sorunların ne şekilde bertaraf edilebileceğine tanık olduk. Metin ve oyunculuklar o kadar tatmin ediciydi ki; gösterişli mekanlara, kostümlere ve dekora gerek bile kalmadı. Erdoğan Kavaz’ın yazıp yönettiği ve Ozan Uykur’un oynadığı “Laylon”, Salamis Ayşegül Şentuğ’un yazdığı ve Fehmi Öztürk’ün yönettiği “Ya Sonra”, Şaziye Konaç’ın yazıp yönettiği ve Gülsefa Dede’nin oynadığı “Mercan” ile Nejdet Serkan Sadıkoğlu’nun yazıp yönettiği ve Hasan Türksever’le birlikte oynadığı “Random Kahkaha” oyunları izleyenlere hem sorgulattı hem de unutulmaz anlar yaşattı. Emeği geçen herkese selam olsun.

Bu tür projelerin ülkemizde daha sık gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle, zaman değiştikçe, tiyatroya yaklaşım şeklimiz de değişecek ve tiyatro sanatı canlanarak daha dinamik bir hale gelecektir.