Ortadoğu Krizi Nasıl Şekillenecek?
Tarihte bir ilk olarak anılacak olan İran’ın “Gerçek Vaat” olarak adlandırdığı misilleme saldırısı, geçtiğimiz günlerde gündeme bomba gibi düştü. Tüm dünyada endişe uyandıran bu misilleme, üçüncü dünya savaşı ihtimalini akıllara getirdi. 1 Nisan’da İsrail, İran’ın Şam’daki büyükelçilik yerleşkesinde yer alan konsolosluk binasına hava saldırısı düzenlemesinin ardından, İran’ın bu saldırıya ne şeklilde cevap vereceği merak konusu olmuştu. İsrail’in Konsolosluk saldırısında, İran Devrim Muhafızları Ordusundan 2’si general rütbesinde toplam 7 İranlı yetkili ölmüştü. Ayrıca 6 Suriyelinin de hayatını kaybettiği açıklanmıştı. Saldırıya hızlıca misillemede bulunacağını duyuran İran, olaydan ABD'yi de sorumlu tutmuştu. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğuna düzenlediği saldırıya karşı ülkesinin vereceği muhtemel misillemeye ilişkin ise "İsrail rejiminin uluslararası hukuku, Viyana Sözleşmesi'ni, kişilerin ve diplomatik mekânların dokunulmazlığını tamamen ihlal ettiği durumlarda saldırganın cezalandırılması amacıyla meşru savunma bir zorunluluktur" değerlendirmesinde bulunmuştu. Diğer taraftan, İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilciliğinden yapılan yazılı açıklamada, İsrail'in konsolosluk saldırısından sonra BM Güvenlik Konseyi eğer saldırıyı kınayarak faillerin yargılanması için adım atmış olsaydı "İran'ın İsrail'i cezalandırma ihtiyacının ortadan kalkmış olabileceği" ifade edilmişti.
İran İsrail'e 300'den fazla SİHA ve füze yollayarak misilleme saldırını gerçekleştirdi. İsrail müttefikleriyle birlikte bunların % 99'unu imha ettiklerini açıkladı ancak güneydeki bir askeri üsse füze isabet etti. İran ve İsrail yıllardır bir vekalet savaşı yürütüyordu ancak bu, İran'ın İsrail topraklarına karşı düzenlediği ilk doğrudan saldırı oldu. Orta Doğu'daki gerilimin çok daha büyümesi endişesi artarken, dünya liderleri itidal çağrıları yaptı.
Dünyanın gündemi, 7 Ekim’den bu yana İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırıma odaklı iken İsrail’in, İran Konsolosluğu’na gerçekleştirdiği saldırı, kamuoyu nezdinde desteğini kaybeden Binyamin Netanyahu’nun yeniden destek kazanması, iktidarını koruması, Gazze gündemini unutturmaya çalışması ve ABD’yi yeniden yanına çekmesi için bir politik oyun muydu sorusunu akıllara getiriyor. İsrail bilinçli bir şekilde, “Hamas kendi kendine değil de İran tarafından tetikleniyor” diyerek, kendini mağdur konumuna sokacak bir strateji belirlemiş olabilir. Konsolosluk saldırısı İran için bir tuzaktı. İran’a başka bir çare bırakılmadı, öyle bir hamle yapıldı ki, İran’ın karşılık vermesi gerekti. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının Antlaşması 51. Madde çerçevesinde kendi meşru müdafaa hakkını kullanmak istedi ve kullandı da.
Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. maddesi şu şekilde ifade edilmektedir:
"İşbu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler Üyelerinden birinin silahlı bir saldırmaya hedef olması halinde, Güvenlik Meclisi milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası için lüzumlu tedbirleri alıncaya kadar, tabii olan münferit veya müşterek meşru müdafaa hakkına halel getirmez. Bu meşru müdafaa hakkını kullanarak Üyelerin aldığı tedbirler derhal Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in, işbu Antlaşmaya dayanarak milletlerarası barış ve güvenliğin muhafaza veya iadesi için lüzumlu göreceği şekilde her an hareket etmek yetki ve ödevine hiçbir veçhile tesir etmez".
İsrail’in konsolosluk saldırısı sonrasında İran, iç kamuoyunda yükselen baskıları dizginlemek için 51. Madde ile elde ettiği meşru müdafaa hakkını kullandı. Bu hakkını kullanırken de önceden bildirim yaptı. İran’ın niyeti çatışma sürecini uzatmak değildi bu nedenle de, meşru müdafaa hakkını önceden haber vererek, sivilleri hedef almayarak ve orantılı bir şekilde kullandı. Başka bir saldırıda bulunmayacağını da belirtti. Yoksa eğer, çok ağır bir hasar vermek ve süreci uzatmak niyetinde olsaydı, tahrip gücü yüksek silahlar kullanmaya muktedirdi fakat yapmadı. Ayrıca İran, İsrail ile bir savaşa girerse, kazanma şansının düşük olduğunu biliyor. Amerika’nın ve diğer küresel aktörlerin İsrail’i destekleyeceğini biliyor. Batının aktörleri İsrail’in yanında olurken, küresel doğunun aktörleri ise ortada, suya sabuna dokunmadan tepki verdi. Tepki demişken; İsrail’in 1 Nisan tarihindeki konsolosluk saldırısı sonrasında İsrail’i açıkça kınayan bir tek ülke yokken, meşru müdafaa hakkını kullanan ve misilleme yapan İran’ı kınama açıklamaları da ayrıca dikkat çeken konulardan biriydi bana göre. İsrail’e bir mağduriyet yaratılmaya çalışılıyor izlenimi uyandırdı bende. Gazze’de yaşanan soykırıma küresel aktörler sessiz kalırken, İran’ın misillemesi neden bu kadar büyük tepki çekti anlamak zor. Ortadoğu’da işlerin daha da kızışacak olmasından ve bundan İran’ı sorumlu tutmalarından dolayı olduğunu sanmıyorum. Eğer öyleyse, neden İsrail’in konsolosluk saldırısına da tepki vermediler. Netice itibari ile İran, her ne kadar da hidrokarbon rezervine sahip ekonomik olarak güçlü bölgesel bir aktör de olsa bu saldırıyla; izole edilmiş ve yalnız olduğunu, İsrail’i hedef almanın kendi güvenliklerini büyük ölçüde tehlike altına sokmak anlamına geldiğini anladı. Ayrıca herhangi bir saldırı durumunda İsrail’in kendini ne şekilde ve ne oranda müdafaa edebileceğini de test etmiş oldu. Bizler ise Ortadoğu coğrafyasında savaşın ne kadar çabuk yayılabileceğini, mevcut sorunların tek çözümünün İsrail’in Gazze’deki saldırılarını durdurması olduğunu bir kez daha idrak etmiş olduk.
İran yıllardır uzun savaşlardan kaçıyor; savaşmıyor ama savaştırıyor. Konsolosluk saldırısına misilleme yaparak tuzağa düşürülmüş oldu. İran yanlış stratejilerle kendi ayağına sıktı, daha soğukkanlı olması gerekirdi diye düşünüyorum. Çünkü İsrail, Gazze’de gerçekleştirmekte olduğu soykırım gerçeğini unutturmaya çalışıyor ve dünyanın gündemi Gazze’den alıp İran’a çekerek, gerek dünyada gerekse iç kamuoyunda destek kazanmaya çalışıyor. Kısacası Netanyahu kendi kişisel iktidarını korumak adına halkının ve ülkesinin refahı ile güvenliğini tehlike altına atarak Ortadoğu’yu karıştırıyor. İran ise iç kamuoyundaki baskılardan kurtulmak için her ne kadar da misilleme saldırısında bulunmuş olsa da, İsrail’in karşılık vermemesi şartıyla devam etmeyeceğini belirtiyor çünkü yalnız olacağını biliyor ve bir savaş halinde kendi iç kamuoyu konsensüsü konusunda sorun yaşayacağını da öngörebiliyor. Peki İsrail direk saldırıyı göze alır mı konusu ise biraz karmaşık. İran’da bir cephe açarsa aynı anda dört cephede savaşmak zorunda kalacak. Rusya’dan ve Çin’den de bir destek göremeyecektir. Sudi Arabistan ve Ürdün’ün tutumu ise “İsrail bizim için bir bölgesel aktördür” mesajını vererek tarafsızlıklarını koruma yönündedir. Bu konu, İsrail için neyin ve hangisinin önem arz ettiğine göre belli olacak; Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmek mi yoksa Gazze sorununun neticelenmesi mi? İsrail için hangisinin önemli olduğunu hep birlikte bekleyip göreceğiz. Mağdur kimliğinden vazgeçmeyip aşırı askeri güç kullanımını arttırabilir ve bu olayı sürüncemede bırakabilir. Yani oyun kurucu Netanyahu ve kabinesi olarak görünüyor. Milli güç unsurları bakımından ise oldukça avantajlı konumda ancak şiddetli bir saldırıyı göze alabilecek mi ve beklemeye geçip unutturacak mı? Joe Biden açısından baktığımızda ise, Kasım ayında seçimler var ve karşısında rakip olarak Donald Trump duruyor ve Trump İsrail destekçisi. Şayet İsrail İran’a karşı savaşa giderse Joe Biden her ne kadar da Netanyahu’ya “Daha fazla ileriye gitme” dese de, kendi iktidarını sürdürmek için olası bir savaşta “ülke içinde destek vermemi isteyenler var” diyerek İsrail’e destek verecektir. Mevcut dengeler gösteriyor ki, Biden, Netanyahu tarafından ikna edilebilecek durumda.
Şüphesiz ki Ortadoğu krizinin nereye doğru evirileceğini bize zaman gösterecek. Son yıllarda yaşanmakta olan çatışmalar ve gerilimler bir süredir dünya siyasetinin sıcak gündemini meşgul etmekte. Gündem, Gazze’de yaşanan dramdan başka bir tarafa taşınmaya çalışılıyor olsa da, oyuna gelmeden Gazze’ye odaklı kalınması gerektiği de bir gerçek. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Savaş mecbur kalınmadıkça bir cinayettir” sözünü hatırlatarak, savaşsız bir dünyaya uyanmanın mümkün olacağı günler görebilmemizi diliyorum.