Ücretli aktivizm kültürü

düdük çalarken

bağ sızısı

yemenisi 

bandoflası 

sevmediği kedilere

ayırdığı yemek

sorulur mu hiç ibneye?

Ücretli aktivizm kültürü

Önümüzdeki yılları beklememize gerek kalmadan, halihazırda Kıbrıs’ta ve başka yerlerde kendini inşa eden ve tatlı bir alışkanlık haline gelen ücretli aktivizm kültürü sorunsalı patlak verecek... Avrupa Birliği’nden alınan maddi yardımlar resmi olarak nerelere dağıtılıyor, nerelerde kullanılıyor, hala daha öğrenemedik açık açık. Kimler ne şekilde faydalanıyor diye sorarsanız, bu da muamma. Avrupa Birliği bunu yeterince denetleyebiliyor mu? Mücadelenin parçası olduğunu düşündüğümüz aktivizm, kötü yaptırımlara karşı başkaldırıyı ücretli aktivizm kültürüne temel atarak ayakta tutuyor gibi. Buna alternatif sunamıyoruz. Bu inanç bizi motive ediyor. Her geçen gün kendini daha çok sağlamlaştırıyor bu kültür. Çete haline bürünmüş kesimleri kimse sorgulamıyor… Sağ kesim Türkiye tarafından desteklenirken, diğer kesimler de bu fonlar ve maddi yardımlarla bir projeden öteki projeye transfer oluyorlar, ve bu büyük bir gelir kaynağı haline geliyor onlar için.. Nasıl ve hangi şekillerde olumlu gelişime ve değişime katkı sağlandığını sorgulamak imkansız. Sınırsız açık büfenin yedikçe yedirten doğasını kaybetme  korkusu gibi geliyor bu bana… Kimse bilmiyor ya da daha doğrusu konuşmak istemiyor bunu. Halk protestosu ve direnişi bağlamında devam eden görünür bir başkaldırı da yok açıkçası… Ekonomik krizle mücadelede adeta uzun bir depresyon haline gelmiş bu pasif yaklaşım, sosyal medyada kendini yapay zekanın sınırsız yeteneğine teslim etmiş durumda… Nefret söylemleri bir kenara; çevre, iklim, küresel ısınma ve kapitalist güçlerin bunu stratejik, yozlaşmış bir şekilde kullanıyor olması ücretli aktivizm kültürünü devam ettirmeyi cezbedici kılıyor. En çok da  ilerici ve devrimci olduğunu düşünen kesimler yamalanıyor bundan.… 

Kıbrıs bundan nasibini almaya devam ediyor. Ateşe körükle gitmek mi gerek acaba? Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın deliliği ya da…

Şu soruyu gündeme getirmemiz lazım: O çok önemli poziyonlarda,  karar mekanizması olma gücünü kendimize bahşetme işgüzarlığımızı devam ettirmek yerine, toplumsal örgütlenme eksikliğinin kıskacından kurtulmak; inisiyatifi ele alıp da ücretsiz bir aktivizm kültürünü teşvik etmek delilik mi olurdu? Bu konuda söylenebilecek çok şey var tabi. Belli bir sınıfın saldırıları ile başa çıkmaya çalışmak, bu işten ücretli olarak gelir elde etmenin tatlı mı tatlı halini kaybetme korkusu, aktivizm adı altında büyük bir kazanç kapısı haline getirilmiş bu kültürü de meşrulaştırıyor adeta… Bireysel refahımız, ismimiz, şanımız ve maddi gücümüzü idame ettirme yüzsüzlüğümüz, yüksek düzeyde karşı çıktığımız militanlığı hatırlatıyor. 

Avrupa Birliği ve diğer yerlerden alınan fonlar ve maddi yardımlarla ilgili yazmaya devam ederken, ücretli aktivizm kültürünü de normalleştiren kesimin gittikçe arttığını fark ediyorum aynı doğrultuda... Alınan maddi yardımlar, fonlar, projeler, etkinlikler, tamamıyla belli bir kesimin refahını, huzurunu ve itibarını sağlamlaştıma temelinde ilerliyor...  Her aktivizm mutlaka alınan maddi bir destekle yapılıyor… 

Belleğimizden süzülen ve bir önceki jenerasyonların yaşadığı zorlukları yaşamanın ağırlığını hafifletmek isterken, sorumlusu olmadığımız hataların sonuçlarını en ağır şekilde ödüyoruz. Belki de bu kültüre ihtiyacımız var toplum olarak. Ne düşünüyorsunuz? Ücretli aktivizm kültürü bütün travmalarımızı silip toplumsal değişimi de beraberinde getirecek midir yıllar sonra?