ANNEME

Bu gün yıldız oluşunun beşinci yılı.  Beş yıl önce, hasta yatağında anamı izlerken yüreğimden kalemime düşen cümleler.                                                                                                                                          

Dünyayı Kucaklayacak Kadar Büyük Yürekli ANNEM

Cam gibi buğulanmış gözlerini hastane odasının penceresine dikti,  göz kırpmadan bahçedeki  biberiye ağaçlarının tepesine  bakıyordu.  Bir süre onu böyle seyrettikten sonra, avuçlarımın içindeki elini hafifçe sıktım.  Yüzünü  benden yana çevirdi. Her zamanki gibi, sıkıntısını belli etmemeye çalışarak  zoraki gülümsedi.

 Ne düşünün dedim. Omuz silkti. Elini tekrar sıktım, benimle konuşması için ısrarcıydım. ‘’Çocukluğumu, gençliğimi düşünürüm, artık ihtiyarladım.’’ dedi.   Yorgun bedeni, sonunda onu ihtiyarladığına ikna etmişti.  Halbuki O hep ihtiyardı. Çünkü ihtiyarlık bilgelikti. Ama annem ihtiyarlığı takatsiz kalmak sanırdı.

 Doksan sekiz yıllık yolculuğun ihtiyarlık süreci ona göre şimdi başlıyordu. Bu defa ben gülümsedim. Alışıktım annemin yaşlanmak bilmeyen ruhuna, pozitif enerjisine ve yaşama sevincine. Bir de bitmek tükenmek bilmeyen doğa ve üretim aşkına.

Uzandım yanaklarını öptüm. Sonra, üç ay öncesine kadar  yemeninin uçlarına ipek işlemeler bağlayan ellerine dokundurdum  dudaklarımı .  Kokladım. Nefesimi çekebildiğim kadar içime çekerek kokladım.  Çocukken duyduğum  yaz sıcağının kavruk ten kokusu yoktu ellerinde. Derisi olabildiğince incelmiş, damarları yaprağı dökülmüş badem ağacının dalları kadar açıkta ve belirgindi.

 O ellerde her tohum bir fidan, her fidan bir ağaç olurdu. Evine gelen  misafirine gururla ve büyük bir istekle sunduğu en önemli hediyesi,  ya bir meyve fidanı ya da sebze veya çiçek  fideleriydi. Onları nasıl ekeceklerini, nasıl sulayacaklarını en ince detayına kadar anlatır, kurutmamaları için de sıkı sıkı tembihlerdi.

 ’’ Toprağı zeflersen o da seni zefler. Toprağı seversen o da seni sever hiç aç bırakmaz. Bir gün düşersen toprağa sarıl o seni ayağa kaldırır.’’ Cümleleri dedemin nakaratıydı ve annem  bu nakaratı kendine ilke edinmişti.  Bu yüzden  küçücük bir saksıda bile mucizeler yaratırdı.

Annem,  o hastahane odasında bir ömrün muhasebesini yapar gibi dalıp gitmişken ben onunla ilgili ilk anılarımdan günümüze hızlıca bir yolculuğa çıkmıştım.

Ateşimi almak için anlıma koyduğu patates dilimleri, boğazım ağrıdığı zaman  yemeniye sardığı ılık külü atkı gibi boynuma dolaması ve daha bunun gibi her rahatsızlığa iyi gelecek bir sürü tedavi yöntemi vardı.

  Sabahları yaz kış demeden  önce, yeşil sabunla saçımı yıkar, sıkı sıkıya örer öyle okula gönderirdi.    Bütün anılar gözümün önünde resmi geçitteydi şimdi .

 İlk oyuncak bebeğimin iskeletini ortadan yardığı  kamışları haç gibi tutturup  yapmıştı.   Başı ise ince ince kestiği  patlamış bisiklet lastiğindendi.

  İlk örgüyü,  horoz kanadına attığı ilmeklerle öğretmeye çalıştığında 5 yaşındaydım.  Daha sonra velesbit tekerleklerinden kestiği tellerden yaptı örgü şişlerimi.

Ben bu düşüncelere dalıp gitmişken;

‘’Komşunun çam ağacındaki kumrular durur?’’ Diye sordu.  Bilmediğim halde evet anlamında başımı salladım. Sevindi.’’ Su goy, hava sıcaktır susuz galmasınlar.’’ Dedi.

Tamam dedim.

‘’Yamur (Yağmur) yağsa keşke’’ diye devam etti. Neden böyle söylediğini anlamıştım.   ‘’ Zeytinler bu sene iyi olsun bir periskan (Kavanoz) dolusu çakistez  yapacam. Periskanım hazır tavlanın altında durur.’’ Diyerek bitirdi cümlesini.

Gözleri yine daldı, uyudu. Çok halsizdi.

Eli avuçlarımda Annemi İzliyorum .

Yıllarca  tezgahının tefesini ileri geri iten ellerini,

 Mekiği büyük bir ustalık ve zarafetle ipliklerin arasından bir sağa bir sola atan uzun ve düzgün parmaklarını.

Siyah beyaz bir filmi izler gibi bakıyorum ona.

Ne çok işi bir arada yapardı benim güzel annem. Hem de sevgiyle. Hem de, bunca işi arasında offf demeden bize masallar anlatmaya vakit ayıracak kadar büyük bir sevgiyle…

 Pamuğu yay şeklindeki hallaçla savuruşunu ve saten kumaştan diktiği kocaman yorgan torbasına dolduruşunu  sonra da bir matematikçi gibi yorganı geometrik şekillerle nakışlamasını izliyorum..

Avlunun köşesine  oturdum, annemi izliyorum.

Bahçeye ektiği  süpürge bitkisini kesip sopanın etrafına  kat,  kat sarışını, sıkıca bağlayışını ve sonunda süpürgeyi tamamlayışını izliyorum.

Çocukluğumdan kalma bir gündeymişim gibi avludaki taş yükseltiye oturdum annemi izliyorum.

Sabırla sepet örüşünü,

Sevgiyle bana gülüşünü izliyorum.

Zemini toprak sıvalı, damı mertekli, duvarları badanalı evimizin  hem mutfak hem yatak odası olan salonunda, sırtımı  evin ortasındaki direğe dayamışım  annemi izliyorum.

Ekmek teknesindeki hamuru kıvamına gelene kadar yoğurmasını, yuvarlayıp  ekmek tahtasına koyarken bıçakla üzerlerine bir çentik atmasını,  şinyalarla fırını yakmasını, ekmeyi fırına salmasını…

Avlunun ucunda durdum  annemi izliyorum.  Yedi metrelik uçurum sonu bahçe.

 Seslensem kulakları sağır duyuramam sesimi…

Uzun  uzun toprakla sevişmesini izliyorum.

Bahçedeki her sebze onun eseri.

Domatesi, biberi patlıcanı

Yer fıstığı, kabağı.

Kavunun kokusu burnumda.

 Karpuzun yaldızlı kırmızı rengi…

 Ağzımın suyunu silerek izliyorum onu.

Susam tarlasında annemi izliyorum.

 Gün ağarmadan kestiği yapışkan tütün fidelerinin yaprağında,

Zeytin ağacının burnunda.

Harnıp dallarının arasında.

Orakla biçtiği buğdayın başağında.

Yoncanın ortasında.

Emekle var ettiği her adımda.

Ahırın kapısında durdum annemi izliyorum.

Hayvanları tek tek yemleyişini. Yalaklarına sularını ekleyişini ve dönüp ahırı da temizleyişini izliyorum.

 Annemi izliyorum!

Yemek vaktidir!

Anacığım ocağın yanına koyduğu panere(Sele)  yemek tabaklarını sıralamış

‘’Önce siz yeyin ben sonra yerim.’’ Cümlesi yıllara çarpa çarpa yankılanıyor kulaklarımda.

Ve bizden arta kalanlarla idare ediyor kendisi.

Annemin sevgiyle Dünya’yı sırtlamasını izliyorum.

Anlattığı masallar ülkesinde izliyorum onu.

Sağımda masal kahramanı Dirimo,

 Solumda, güzeller güzeli bir prensese dönüşen kedi.

 Bir de kediye aşık olan kralın küçük oğlu.

O anlattıkça ben rüyalara dalıyorum.

Annemin parmakları şefkatle dolaşıyor saçlarımın arasında.

 Çıkıyorum masallar ülkesini keşfe, kah kedi oluyorum kah prenses. Uçuk hayallerin  sonsuzluğunda…

Yatağın ucuna oturmuş annemi izliyorum!

Dişsiz ağzı

Kırışık bir maskı andıran yüzü

Kısılmış gözleri

Seyrelmiş bembeyaz saçları

Bir mankeni andıran boyu

Öylece uzanmış uyuyordu.

    Leyla Ulubatlı

     10.09.2019