Ciğeri söküldü göğün ve parçalandık 2024 yılı boyunca. Her yıl olduğu gibi, bu yıl da  elimizden geleni ardımıza koymadık. Binbir türlü kötülük yaptık ve ego savaşını kazandık. Daha iyiye ve güzele doğru adım atmakla değil, iyi olana saldırmakla harcadık zamanımızı. Kader değil, mecburiyet hiç değil, tamamen bilinçli bir seçimdi bu. Birlik olmak yerine bölünmeyi seçtik ve yenik düştük hırslarımıza. Yaşadığımız dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için değil, yeniyi engellemekle geçti koca bir yıl. Yenik düştük yani yine korkularımıza. Ne korkusu? Kendisi gibi olmayana duyulan korku. Tehlikeli sularda yüzdü dünya yine bu yıl. Kıbrıs uzaktan bile bakamıyor hâlâ pozitif değişime ve gelişime. Bir adım atana koşmak ihtimal dışıdır bu yerde. Aldığımız fonlar, düzenlediğimiz Avrupa Birliği destekli projeler, yardımlar, yurtdışı ziyaretleri, gezintiler, etkinlikler… Hiçbiri bireysel itibarını ve maddi refahını korumaktan öteye gidemiyor bir kesimin…

 

Geriye gitmek daha cazip geliyor ve ileriye gidermiş gibi bir izlenim vererek yapılıyor bu: modern külliyeler, saraylar, paslı okul sıraları, nüfusun bilinmediği yeraltından taşan davullu zurnalı aşiretli düğün sesleri… Kıbrıs’ın ne kadar da ‘çok kültürlü’ ve ‘hibrit’ bir yer olduğunu, dünyaya bir adım daha yakınlaştığımız yalanı… Hepsi yutturuluyor bize… Hastane ve kamu hizmetlerinin battıkça battığı, kırılmasın diye durmaya hazır kalpler yetiştirdiğimiz koca bir yıl... Bir kesim ilerici ve yenilikçi olduğunu söylerken, diğer bir kesim de politik duruş ve itibarını insan haklarının, travmalarının önünde tutmadığını ancak sorumluluk da almaktan kaçındığını çeşitli manipülasyon taktikleri ile sergiliyor… Yaşadığımız bu gerçekliğin yanılgıdan başka bir şey olmadığı apaçık

 

Kabul etmek, ileriye bakmak, birlik olmak çok zor. Birbirimizden o kadar çok nefret ediyoruz ki, gözümüz dönüyor ve ölüm daha yakın geliyor. Sokakta yürümek gibi bir alışkanlığımız yok, çünkü sokak diye bir şey yok, tek sahip olduğumuz koca bir karanlık ve hiç kimsenin yıldızlara bakmaya niyeti yok, gökyüzü küs hepimize...

 

 

***

 

Ted Hughes trafik kazalarından esinlenir yazdığı şiirlerde. Ardı ardına can pazarını  andıran bu dünya kötülük yapmaktan bıkmayanların kazandığı bir yer:

 

Ve ben de açtım ağzımı kutsamak için / ama sessizlik tıkandı boğazıma bir yumruk gibi /taştan bir hançer gibi sert, kenarları çentikli /donup camlaşmış dilsiz bir lav topu: çığlık kendini kustu.’

 

Çığlık hiç bu kadar sessiz olmamıştı. Yeni bir söylem yapamadık, başka şehirlerden alıntı duygularla yaşamaya devam ettik kendi memleketimizde. Hep ‘ara bölge’ hep ‘mor hat’ kaldık… Başka ülkelere, şehirlere gittik… Kendi ülkemizde yapamadığımız barışı, başka şehirlerde gezerek ve temaslarda bulunarak yapacağımızı sandık. Oysa tek yaptığımız egzoz kokusunun kanser dayatması ve nefes almaya çalışmaktı kısa süreliğine. İşin aslına bakarsanız bu bile fazlaydı bize. Nefes aldığımız için şanslı olduğumuz söylendi hep. Şükretmek ve daha kötülerini düşünerek kendimizi etramızıdakilerle kıyaslayarak rahatlatabilirdik ancak. Sıkça hatırlatıldı bize bunu yapmamız gerektiği birçok kesim tarafından… Bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesi her zaman işe yarayacaktı. Çünkü 2024’ten sağ çıkmak için satır aralarından geçmek lazımdı... Yeni bir yıla girerken güzel şeylerin de olabileceğini göz ardı etmek kaçınılmazdı…

 

***

 

Birbirimizi incitmeden, kırmadan ve kırılmadan yaşamak imkânsız. Kuru bir öksürük gibi boğazımızda tüküremediğimiz balgam diken üzerinde yaşadığımız hayatım ta kendisi aslında... Her yıl daha da fazla hissediyoruz iliklerimizde bunu.

***

Yeni bir söz söylenmedi bu yıl, hep tekrarlara sığındık, ezberlediklerimizden vazgeçmeye cesaret edemedik, konfor alanımızın dışına çıkmak istemedik, tatlı geldi çözümsüzlük bir kez daha. Sesi yükselenler de, hak arayışı yolculuğunda olduğunu düşünenler de basmakalıp, eril, tekdüze, ve engellemelerle dolu bir mekanizma ile iç içe yaşadı.

 

 

Yeni çıkan şiir kitabım Katolik Kilisesinde Namaz’daki ‘karşılaştırma’ şiirindekovulduğumuz ev sayısı üçe çıktı” dizesi geldi aklıma bunları düşünürken. Evet, biz birçok evden kovulduk hayatımız boyunca. Ne Kurşuniler’in belgeselini yapabildik, ne de dili olsa da konuşsa Varosha’yı turistik geziden öteye götürebildik… Kendi ülkemizde misafir gibi yaşamaya alışan ve alıştırılan bizler yeni bir söylem getiremedik hâlâ daha. Hep aynı ağızların kıskacında kaldık. Kendimizi anlatmak için çaba sarf ederken hiç kimse tarafından takdir edilmedik. Yıprandık böyle olunca ve vazgeçtik mücadeleden. Hep birilerine teşekkür ederek minnettar olduk ve ölmeyi bekledik. Kendi kendimizi tekrar etmekten başka bir işe yaramadı bu hastalıklı alışkanlık, dünyanın bizim etrafımızda döndüğünü zannettik hep çünkü…

 

Çok önemli politik ve sosyal duruşumuz olduğunu dillendirmek cazip geldi hep. Kayda değer bir şey söylemedik, söyleyemiyoruz, söylemek istemiyoruz. İşgüzarlıkta kimsenin eline su dökemeyiz. Hayretler içinde izlemekten alamıyoruz haktan ve hukuktan bahsedenlerin en büyük hak ihlalleri yapanlar olmasını. Hiç kimsenin yüzü de kızarmıyor.

2024’te şaşırmanın her halini gördük: Kamusal alanda, devlet dairelerinde yaşadığımız fiziksel ve sözlü hakaretler, şiddet eğilimleri, gayri resmi yapılan başvurular, ne ararsanız var burada. Haklıyken haksız, suçsuzken suçlu durumuna düşmek zorunda bırakılma hali bir de…

 

Kendimizi kanıtlamak gibi bir zorunluluğumuz varmış gibi varlığımızdan şüphe etmemize neden olan insanlarla muhatap kalmak zorunda olduk bu yıl. Gözlerimizin içine baka baka: “Sen var mıydın?” “Yaşıyor muydun?” “Güvenmediğin bir devletten nasıl hak talebinde bulunuyorsun?” gibi 2024 yılının en çarpıcı işgüzar söylemlerine şahit olduk… Ve  bunlar sadece birkaçı... Tarihin adeta kendini tekerrür etmesi ile doluydu bu çukur ve biz gömmek istemedik bizi öldüren hiçbir şeyi. Yıldızlara baktığımızı sandık sadece…

 

2024 yılından sağ çıkmış olmamız büyük bir şanstı… Çok önemli kayıplarımız oldu, çok ağladık, çok üzüldük, çok büyük haksızlıklara maruz kaldık. Ama yazmaktan ve üretmekten vazgeçmedik… Tutunmaya çalıştığımız halsizliğimiz, yabancılaşmadan başka bir şey değildi… Yenillikçi söylemler bulabileceğimiz inancıyla, hayatımızı daha güzel hale getirmek için sanat ve üretmenin tek çare olduğunu bir kez daha anlamış olduk. Ancak yeni bir şiir kitabıyla selamlayarak sağ çıkabilirdik 2024’ten…

Önümüze konulan engel, sansür ve kişisel ifade özgürlüğünün tehdit altında olması hali, itibarsızlaştırılmanız ve geçmişinizi basitleştirmeye çalışmaları, ayağınızı kaydırmak için her fırsatı değerlendirenlerin olması, yozlaşmışlık, vicdan ve adalet anlayışını hiyerarşik koruma altına almaları…

Bu yüzden 2024’ten sağ çıkmak, gerçek devrimi yapmak, sanatın gücü ve üretmekle olabilirdi ancak. Öyleyse gelin daha adil sabahlara uyanacağımız bir yıl ümidiyle noktalayalım bu yazıyı…

Levent Atikoğlu