Korkun… Korkmak iyidir!
Peşinen belirteyim, bu yazının maksadı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kuzey Kıbrıs’taki karma evliliklerden doğan çocuklara uyguladığı vatandaşlık politikasını olumlamak ya da yıllardır askıda duran sorunun, geçtiğimiz gün Hristodulidis yönetimi tarafından açıklanan 14 maddelik paket kapsamında değerlendirilmeye alınacağının duyurulmasını alkışlamak ya da yermek değildir.
Ancak esas meramımı anlatmaya geçmeden, özü oluşturacak olan bu vatandaşlıklar konusunda temel birkaç söz söylemek, kimi yanlış algıları ortadan kaldırmak adına meselenin hukuki boyutunun kabaca çerçevesini çizmek gerektiği düşüncesindeyim.
Uluslararası hukukta, vatandaşlık konusunda ülkeleri bağlayan kararlar yoktur.
Bu konu, ulusal hükümetlerin, yani her bir devletin kendi inisiyatifine, kendi koyacağı kanunlara ve alacağı kararlara bırakılmıştır.
Yani bir başka deyişle, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2007 yılında aldığı bir Bakanlar Kurulu kararının sonucu olarak bu statüdeki kişilere vatandaşlık vermiyor oluşu, bazılarının iddia ettiğinin aksine, uluslararası hukuka aykırı değildir. Dolayısıyla öncelikle işin hukuki boyutunu buraya not etmekte fayda var.
Ancak kime vatandaşlık hakkı tanıyıp kime tanımayacağı yukarıda da ifade ettiğim gibi devletlerin kendi inisiyatiflerine bırakılmış olsa da, ‘Jus Soli’ (Right of Soil), yani bir kişinin, doğduğu toprağın (ülkenin) vatandaşı olma hakkı ve ‘Jus Sanguinis’ (Right of Blood), yani bir kişinin, ebeveynlerinin sahip olduğu vatandaşlığı kan bağı yoluyla elde etme hakkı, aksini gerektirecek özel durumlar dışında, genelde devletler tarafından kabul edilen haklardır.
Kimi devletler bu iki tür vatandaşlığı da doğrudan tanırken, kimi devletler bu hakları ‘ek koşullar’ tayin ederek uygular, kimi ise, ender olsa da, Kıbrıs Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi kendi koyduğu kuralları yürütür.
Tekrar altını çizelim, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu kararı uluslararası hukuka aykırı değildir, ancak karma evliliklerden doğan bu çocukları, siyasi bir gudubet olan Kıbrıs sorununun kurbanı haline getirmiş olması nedeniyle, vicdanen elbette yaralayıcıdır.
Hristodulidis’in son açılımı, 2007 yılı öncesinde içeride halihazırda başvurusu bulunanlar ve sonrasında başvuruları dahi kabul edilmeyenler olmak üzere, sayıları toplamda binlerle ifade edebileceğimiz bu insanların tümüne vatandaşlık verilmesiyle sonuçlanır mı; çok zor!
Bu elbette ileriye doğru atılmış bir adım olsa da, mesele esasen siyasidir ve bunun en temiz çözüm yolu, ana siyasi sorunumuz olan Kıbrıs sorunu bünyesinde ele alınmasıdır.
Çerçeveyi genel hatlarıyla çizdikten sonra, şimdi gelelim bu yazının esas maksadına, yani Başbakan Ünal Üstel’in, 14 maddelik söz konusu pakete ilişkin açıklamasına:
“Rum liderliği yeni taktiklerle halkımızı tuzağa düşürmeye çalışıyor, ama başarılı olamayacak!”
Tekrar edeyim, Hristodulidis yönetiminin bu adımının başta vatandaşlıklar konusunda olmak üzere çok çarpıcı açılımlar sağlayacağından kuşkuluyum, çünkü dediğim gibi meselenin sebebi Kıbrıs sorunudur, 1974 sonrasında oluşan de facto durumdur ve temelli çözüm, Kıbrıs sorununun kendindedir.
Fakat kuşku kaldırmayan şey, Üstel’in bu açıklamasının altındaki o çok tanıdık duygularıdır; KORKUdur, ENDİŞEdir!
Ve işin doğrusu, kendi açılarından bakıldığında, korkmakta ve endişelenmekte çok da haklıdırlar.
Çünkü bu garabet düzeni, Kıbrıslı Türkler’i pamuk ipliğiyle bağladıkları korku politikaları sayesinde kurduklarından ve Üstel’in temsil ettiği düzen ‘faizcilerinin’ varlıklarının devamının, ancak bu yolla mümkün olabileceğinden, korkunun öznesine koydukları güneyden gelebilecek ezber bozucu en küçük bir hamlenin dahi, yarattıkları kumdan kaleleri yıkabileceğini çok iyi bilirler.
Tinyoz ‘avcılar’, kendi kurdukları TUZAKLARA düşerler çokça…
O yüzden korkun…
Korkmak iyidir!