Ya Resmin Büyüğü, Cumhurbaşkanlığı Seçimiyse?
Başbakan Ünal Üstel, ‘Çürük elmaları ayıklayacağız’ demiş.
Kolay gelsin diyelim, zor iş; zira önü, arkası, sağı ve solu, topyekûn sobe!
Hatta naçizane yol da gösterelim Sayın Başbakan’a, şu ayıklama işine önce kendinden ve yakın çevresinden başlasın. Çorabı hızlıca sökebilmek için son derece münasip bir nokta olacaktır. Kadınlar iyi bilirler, külotlu çorapların zayıf ve güçlü merkezleri vardır; bazı noktalardan kaçtı mı, gerisini tutabilmeniz mümkün değildir.
***
Hepimizin aklının bir köşesinden, ha bire şöyle bir soru pırtlar durur eminim:
Neden ŞİMDİ?
Ne oldu da, boyutunun tam olarak farkında olmasak da, aslında hepimizin bir şekilde bildiği tüm bu kepazelikler bir anda ortaya dökülüverdi?
Aşk tesadüfleri sever mesela, doğrudur, ancak bu boyutta bir diploma sahteciliğinin şapkadan çıkan tavşan misali pörtlemesi, tesadüf olabilecek kadar naif bir mevzu mudur?
Hem de doğrudan, UBP içerisinde son derece güçlü ve korunaklı ilişkilere sahip olup, bu gücü uzun yıllardır tepe tepe kullanan yerlerden pörtlemesi, sizce de enteresan değil midir?
Görünen o ki, üniversiteler ve sahte diploma sarmalı, çok büyük bir hesaplaşmanın/operasyonun merkez kuvveti olarak belirlenmiş ve düğmeye basılmıştır.
***
Geride bıraktığımız iki seçimin, yani belediye seçimleriyle, HP Genel Başkanı Kudret Özersay’ın istifasıyla boşalan milletvekili koltuğunun doldurulması için yapılan ara seçimin sonuçlarını hatırlayın.
CTP hem milletvekilliği ara seçimini kazanmış, hem de belediye seçimlerinde üç büyük belediye dahil olmak üzere en çok belediye başkanlığını kazanarak, iktidarın büyük ortağı UBP’nin önüne geçmişti.
Her ne kadar CTP bunu kendi politikalarının bir başarısı olarak görse de, kazın ayağının aslında öyle olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz.
Hele de Mağusa gibi geleneksel sağ oyların son derece güçlü olduğu bir ilçede alınan %50 küsur oya ve daha da ilginci ağırlıklı olarak Türkiyeli göçmen nüfusun yaşadığı ve tarihsel olarak sağın sarsılmaz kalelerinden olan Maraş bölgesinde ulaşılan rekor oy oranlarına baktığımız zaman, aslında bu sonucun, UBP içerisinde Ünal Üstel’e karşı yapılan “Darbe”nin bir ürünü olduğunu görebilmek için, siyaset uzmanı olmaya gerek yok. Zaten UBP örgütlerinin, Üstel’e bir ders vermek için böylesi bir manevraya giriştiklerini sakladıkları da yok.
Bugüne gelindiğinde, yani diplomalar konusunda patlayan siyasi skandala baktığımızda da, burnumuza benzer ‘yanık’ kokuları vurmakta.
Ancak bu kez iş, salt UBP içerisinde bir hesaplaşma olamayacak kadar çetrefil. Çünkü parti yukarıda da ifade etiğimiz gibi öyle derin bir çürük elma sepeti ki, işin ucunun her an herkese dokunabileceğinin öngörülememesi, fazlaca saf bir bakış açısı olur.
Bundan dolayıdır ki kişisel düşüncem, burada daha derin bir operasyonun varlığıdır.
Henüz çok fazla konuşmaya başlamamış olsak da, unutmayalım ki seneye Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ve şüphesiz bir yerlerde birileri, seçime yönelik ‘mühendislik’ çalışmalarının butonuna çoktan basmıştır.
Önceki seçimde Türkiye’nin aleni desteğiyle ve hatta müdahalesiyle o koltuk Ersin Tatar’a bahşedilmişti.
Peki ya 2025 seçiminde strateji ne olacak?
Görev süresi boyunca bu kadar ajite olmuş bir Tatar, sizce yine Türkiye’nin tercihi olur mu? Evet Tatar, Türkiye’nin geride bıraktığımız yıllarda yüklendiği dış politik misyon bağlamında, Kıbrıs için son derece münasip bir isimdi ve görevini ‘layıkıyla’ yerine getirdi. Adada iki ayrı devlet modeli savunusuyla, çözüm yolunda olası her türlü girişimin önünü itinayla tıkadı.
AKP liderliği geride bıraktığımız süreçte sadece Kıbrıs’ta değil, diğer tüm dış politika mecralarında da gaz pedalının köküne kadar basıp, NATO krizinden, Amerika ile yaşanan F-35 krizinden, Yunanistan’la savaşa girme çığırtkanlığına kadar varan karasuları krizinden, Mısır ve İsrail’le Doğu Akdeniz doğalgazı üzerinden yükseltilen kıta sahanlığı krizinden, Suriye ve Kuzey Irak gibi merkezlerle yaşanan askeri sınır ihlali krizlerinden, Azerbaycan-Ermenistan savaşıyla Rusya-Ukrayna savaşından da iç politika bağlamında fazlasıyla faydalandı.
Ancak 31 Mart seçimlerinden itibaren Türkiye’de yeni bir dönem başlayacak. Erdoğan’ın önünde artık uzun bir süre seçim yok. Dolayısıyla da Türkiyeli seçmen üzerinde her zaman çok iyi çalışan ‘Şahin’ politikanın sürdürülmesine, 1 Nisan itibarıyla pek ihtiyaç da yok.
Seçim sonrası, muhtemelen artık sakinleşme zamanı.
Sakinleşme zamanı olmak da zorunda ayrıca. Çünkü Türkiye ekonomik olarak tam anlamıyla dibe vurmuş durumda. Ve artık ölümcül olma yolunda emin adımlarla ilerleyen bir ekonomik buhrandan kaçınabilmek için, dış piyasaları acilen ‘istikrara’ ikna etmek zorunda.
Yani artık aynı saldırganlıktaki bir milliyetçi retorikle yoluna devam edemez, böyle bir lüksü kalmadı.
Dolayısıyla da tüm dış cephelerle birlikte, Kıbrıs cephesinde de daha ılıman bir seyir ihtimali yüksektir. Ve bu ılıman seyrin haliyle bir imaj çalışmasına da ihtiyacı olacaktır; bu imaj çalışması da bizzat KKTC Cumhurbaşkanı’dır.
Yukarıda da belirttim, bence Türkiye’nin Kıbrıs’taki bu yeni dönemde, Tatar’la yürümeye devam etmesi pek akıllıca değildir. Tatar Türkiye adına yürüttüğü misyonu tamamlamıştır. Ve Ankara aslında kendi operasyonu olan ‘iki devlet’ politikasını, ona ‘kuryelik’ yapan Tatar ve Tatar’ı sırtında taşıyan UBP geleneğinin üzerine yıkıp, bir taşla iki kuş vurabilir.
Ve bir gün bir bakmışız ki, Tatar ya da muhtemel ‘Tatarımsılar’ gitmiş ve yerine yeni bir ılımlı politika ve bu ılımlı politika ‘imajının’ altını layıkıyla(!) doldurabilecek, Türkiye ile ‘uyum’ içinde yürüyecek yeni bir liderliğe uyanmışız.
Peki ya sonrası?
Sonrası muamma.
Zaten siyasette ne yaptığın değil, ne yapar gibi göründüğün değil midir önemli olan.
***
Bunca satırı geri sarıp, yazının başında sorduğumuz sahte diploma skandalının neden ŞİMDİ pörtlediği sorusunun yanıtını ararken, meseleyi biraz daha yukarıdan görmeye çalışmayı deneyebiliriz.
Gençlik yıllarımda polisiye romanlara kafayı fena halde takan ve bu romanlarda, ‘cinayeti’ kimin işlediğini bulabilmek için öncelikle, söz konusu ‘cinayetten’ uzun vadede çıkar sağlayacak kişilerin istikametine bakılması gerektiğini bolca okuyan birisi olarak, bu skandaldan kimlerin fayda elde edebileceğine, yani resmin büyüğüne bakmalıyız derim.
Yani sınırlarımızın biraz ötesine!
Ha belki tüm bu okuduklarınızın gerçekle yakından uzaktan ilgisi yoktur ve benim halt etmemdir.
Olabilir!
Ama ya değilse?