Bugün nerede biter, yarın nasıl başlar: Yaz’ın gelmesi midir yazmak?
Bugünün nerede bittiğini, yarının nerede ve nasıl başladığını bilemeyecek bir durumdayız. Ne dışında, ne de içindeyiz, ana yolda giderken ötede, aslında her yerde ve hiçbir yerde.
Bunları sorgulamaktan epeyi kaçınıyoruz. Yolda karşılaştığımızda, birbirimiz hakkında bildiğimiz tüm güzellikleri hatırlamak istiyoruz. Oysa bir sonraki adımda da selam verdiğimiz kişiye kızgın, öfkeli, incinmiş gözlerle baktığımızı ve bunun bize zarar verdiğini düşünüyoruz.
Kendimize anlatamadığımız durumları düşünüyorum da, diğer insanları anlayamamak çok normal. Biraz uzak ve sınırların olması güzeldir, günün sonunda insan en verimli hallerini yalnızlıktan alır.
“Bir gün beni arayacaksın, bana muhtaç kalacaksın, beni isteyeceksin” gibi cümlelerden “bunlar senin kafanda kurduğun şeyler, dikkatini dağıt”; “herkesin problemleri var, geçer”; “daha beterlerini düşün” “sen bunlardan çok daha fazlasısın” gibi cümlelerden kaçının.
Tahammülün ve sabrın tükendiği yerde, en hak etmeyen kişiye bile tolerans gösterebiliyorsak, bugünün nerede bittiğini ve yarının nerede başladığını biliyor muyuz?
Ölümle sonuçlanan yaşamın saçmalığına karşın, her şeyin anlamsız olması düşüncesini, her şeyden umut kesmek istediğimiz yerde bile yeniden yaşamayı arzulayarak bulabiliyorsak, her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş olmuyor muyuz?
Dünyayı, yaşamayı, yiyip içmeyi kendiliğinden bir değer yargısı haline getirip acı çekmeyi de ölüme yakınlaşınca anlamlandırıyorsak, önemsiyorsak, insan ölüme yaklaşınca mı yaşamayı seçiyor demektir?
Göreceli olsa da, yaşamak acı çekince anlam kazanmaya başlıyor. Umutsuz bir edebiyat gibi susmak ve dinlemek, gözlemlemek, can çekmek, mezar ya da uçuruma yaklaşmak, durum bu noktaya gelince hemen kardeş elin uzanması, acı çekince sevginin doğması demek oluyor ve acı da en çok sevgiden besleniyor.
Yazmak ve yaratmak acılı bir sürecin sonuysa, her şey susarken yazı konuşuyorsa, dargın olmak, üzgün olmak, sinirli olmak, konuşurken kelimelerin anlamını yitirmesi, yani ağrıyan yerlerin yazıda iyileşmesi. Anneannem ve Albert Camus’nun aynı yıla tekabül etmesi... İki farklı ülke, iki farklı insan, apayrı koşullar. Konuşurken umutsuzluğa yaklaşan sözler hep daha ağrılı olan, kaybolan anlam, yazınca iyileşir, anlamlanır, yaz başlar böylece…