Absürt tapularla tabuta girmemiz bekleniyor adeta…

O kadar aykırı dönemlerden geçiyoruz ki, gülmek, kahkaha atmak ve mutlu olmak için bir onaya ihtiyaç duyuyoruz. Haksızlığa göz yumanlar, hakkınız üzerinde bulundurduğu işgüzar tapularla tabuta konmanızı bekliyor adeta. Haktan, hukuktan bahsediyor aleni aleni, çekinmeden, sıkılmadan, yüzü kızarmadan. Fonksiyonel hayallerimiz var bizim, o yüzden kazın bir çukur, mezbahaya atın bizi, ne gömün, ne yakın, ne dua edin, ne mevlit okutun, ne de kırkıncı gün isteriz… Yakmayın tütsü, okunmuş su neye yarar, istemeyiz ne hoca ne de papaz. Ritüellerin ritmi bozuk, kefensiz gömün, yıkamadan, atın bir çukura…

Haklı olmak üstünüzde koca bir külfet. Eğlenceli bir film izlerken bile keyif alamayan, huzursuz olan seyirciler gibi diken üzerinde geçiştiriyoruz hayatlarımızı. Adaleti sağlayacak olanın en büyük haksızlıkları yapan olduğu, suçsuz olanın ise dışlandığı bir yerde, ihmaller çukurunda önem almaya çalışıyoruz bir doğum kontrol hapı gibi. Ve telafisi olmayan bir hatayız biz aslında. İyi yürekli olmak, işi usulüne göre yapmak da yeterli kalmıyor. Ego girince devreye, kendi çıkarlarınızı unutup, nesnel bir şekilde bakmak imkansızlaşıyor. Ego o kadar çok güçlü bir şekilde sınırları aşmıştır ki, şiirsel bir üslupla anlatmanın manası kalmamıştır. Yüzünüze bakıp da söylenilen yalanları dinlersiniz, doğrusunu bilmenize rağmen. Ödün verirsiniz çoğu zaman en temel insan haklarınızdan. Öfkenize hakim olamayıp kırıp dökünce herşeyi, işte o zaman şiddet eğiliminiz olduğu söylenir. Çok kırılgan ve hassas bir noktada bulursunuz kendinizi. Müdafaa etmeye başladığınızda da tek söyleyeceğiniz savunma tahrik edildiğinizdir. Başka bir çözüm yolu bulamıyorsunuzdur. Kimse size neden, nasıl diye sormaz. İşte tam da bu noktada tekrarlanan bir savunma haliyle geçer hayatımız. Herşeyin yolunda gittiğini, halinizden memnun olduğunuzu, değilseniz de olanları olduğu gibi kabul etmeniz gerektiğini bildirirler size. 

Uyum sağlayıp toplum içerisinde işlevsel olmanız beklenir ama fonksiyonel bir hayatı sorguluyorsunuzdur utanmanın tedavülden kaldırıldığı bir dünyada. O kadar çok telafi yöntemleri vardır ki mağduriyeti gidermek için, kendinizi bu beklentiler içinde bulurken yabancılaşırsınız etrafınıza. Bir karar vermek zorunda bırakılırsınız en sonunda. Ne kadar haksızlık, mağduriyet ve vicdansızlık kurbanı olsanız da, herkesi affetmeniz gerektiği söylenir size. Yalnızlığınızı kabullenip devam edersiniz kapanmayan yaralarınızla. Bu çok zor bir karardır ve insanların birbirlerinin yüzüne nasıl baktıklarını düşünürsünüz hala daha. Sahi, onca adaletsizliğe rağmen, yüzünüze nasıl bakar o insanlar utanmadan?  Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya nasıl devam ederler? Kalkmıştır tedavülden, tükenmiştir, ya da hiç varolmamıştır hakkaniyet. Anlamını hiç bulmamıştır başından beri. Öyleyse hiç doğmamış gibiyiz, yokuz, ölmek için doğduğumuz doğrudur…