Rönesansın Başkenti Floransa’da Tatil (2)
İkinci günümüzde planladığımız yerleri gezebilmek için erken uyanıyoruz. Kahvaltımızı mis gibi köy havasında evin şahane bahçesinde yapıyoruz. Kedicikler ve kirpi ile beraber. Kahve keyfimi yaparken, Helin ile günün programını konuşup yola koyuluyoruz.
Santa Maria Novella meydanından başlayarak, Duemo meydanına ve Signoria meydanına yani Floransa’nın meşhur tüm meydanlarını tekrar ziyaret ediyoruz. Meydanların hepsi yürüme mesafesinde ve iç içe. Floransa’nın en çok ziyaret edilen yerlerini kaldığımız 4 gün boyunca tekrar tekrar görmüş oluyoruz. Her gün farklı bir tarihi yeri, farklı bir müzisyeni ya da sanatçıyı keşfedebiliyorsunuz böylece. Her gün farklı bir macera.
Bugünkü ilk planımız Uffizi Galeri.
LE GALLERİE DEGLİ UFİZZİ ( UFFİZİ GALERİ)
Dünyanın en önemli Rönesans koleksiyonlarından birinin, Rönesans’ın doğduğu yerde olması kaçılmazdı tabii. Uffizi Galerisi, sadece Floransa’nın değil tüm İtalya’nın en ünlü ve büyük müzelerinden. 1500’lerde, Medici Ailesi tarafından Floransa’lı yargıçlar ve bürokratlar için “Uffizi” yani ofis olarak kullanılmak üzere tasarlanmış bir binanın zamanla müzeleşmesi ile oluşturulmuş. Özellikle de sanatseverler için gerçekten keyifli ve mutlaka görülmesi gereken müzelerden. Caravaggio’nun Medusa’sından, Leonardo da Vinci Müjde’sine çok önemli eserler burada sergileniyor. Hatta şehirde sadece bir müzeye girecekseniz o Uffizi olmalı.
Uffizi Galeri’yi gezmek için önceden bilet almamışsanız eğer uzun kuyruklarda sıra beklemek zorundasınız. Ancak sıra beklerken dahi keyif alacağınız bir müze burası. Sol tarafınızda Meşhur tarihi Veccio köprüsü ve etrafında sıralanmış renli renkli evler, Galerinin etrafında ünlü heykeltraşların yaptığı heykeller, Galerinin orta kısmında ise birçok ünlü ressamın sokakta resim yapmalarını izleyebilirsiniz. Hatta beğendiğiniz eserlerinden satın alabilirsiniz. Ben sırada kuyrukta beklerken Helin bize Floransa’nın en eski ve ünlü Fratellini Paninicisinden paniniler alıp geliyor. Neredeyse 30-40 dakika bekliyoruz ama beklemeye değecek bir müze Uffizi Galeri.
İçerde dünyanın en ünlü sanatçıları; Michelangelo, Leonardo da Vinci, Giotto, Titian, Sandro Botticelli, Parmigianino ve daha bir çok sanatçının eserlerini görebilirisiniz.
Uffizi Galeri Müzesi, farklı sanatsal dönemlere ayrılmış galerilere ayrılmış. Orta Çağ Salonları, Cimabue, Giotto ve Buoninsegna’nın Majesteleri’ndeki üç Bakire’yi ve Gentile da Fabriano’nun Magi’nin (Adorazione dei Magi) Adını da dahil olmak üzere Sienese ve Floransalı okulların kompozisyonlarını içermektedir.
Helin’le büyülenerek çıktık galeriden ve çıktığımız anda Uffizzi galerinin dışındaki alanda inanılmaz bir opera sanatçısının sokak performansına ile karşılaşıyoruz. Yüzlerce kişi bu ana şahitlik ediyoruz. Gördüklerimizi tamamlayan bir sahne gibiydi opera konseri. İnanılmaz bir şehir gerçekten Floransa….
SİGNORİA MEYDANI (PİAZZA DELLA SİGNORİA)
Roma’ya göre Floransa’nın sokakları çok daha fazla sanat kokuyor. Kafanızı nereye çevirseniz bir sanatçı ile karşılaşıyorsunuz. Müzik okulları, konservatuarların önü öğrencilerin konser alanı gibi. Her yerden opera sesleri duyuyorsunuz. Her yerde resim yapan, canlı performans sergileyen sanatçılar var. Eserlerini sokaklarda icra eden sanatçılar. Sokaklarda yürürken müziğin geldiği yöne çekiliyorsunuz. İnanılmaz bir şans burada yaşayanlar için. Her yer sanat galerisi, her yer müzik salonu gibi. Sokaklar akustik sanki. Canlı performans yapan sanatçılar nasıl keyifliler. Dinleyenler de öyle. Herkes para atıyor sanatçılara. 5 euro-10 euro. Konserlerine gitseniz ne kadar ödersiniz kim bilir bu sanatçıların. Konservatuar okuyan öğrenciler harçlıklarını böyle çıkartıyorlar, hem de pratik yapmış oluyorlar. Gruplar halinde çok sesli koroya denk geliyoruz. Gençler hem eğlendiriyor, ama en çok da kendileri eğleniyorlar.
Signoria Meydanı’na geldiğinizde sanki bir açık hava müzesindeymiş gibi hissetmeniz çok doğal; burada kentin birçok tarihi eseri bulunuyor. Özellikle Neptün Çeşmesi, Medusa Başlı Perseus Heykeli, Michelangelo tarafından yapılan Davud heykelinin replikası, Cacus/Herkül heykelleri ile Sabina Kadınlarının Kaçırılması heykeli oldukça dikkat çekici. Meydanda gözünüze çarpan Vecchio Sarayı ise Floransa’nın ikonik yapılarından biri.
Şehirdeki en popüler buluşma noktası da olan meydan gece gündüz her daim çok kalabalık. Bu yüzden çepeçevre kafe ve restoranlarla dolu.. Meydan zaman zaman misafir modern ve çağdaş sanatçıların geçici eserlerini de ağırlıyor.
PONTE VECCHİO (VECCHİO KÖPRÜSÜ
Akıllardaki Floransa imajını güçlendiren o meşhur köprü Vecchio köprüsü. Günün her saati kalabalık olan ve güneşin farklı açılarda üzerine vurması ile çok fotojenik kareler veren bu köprü, dünyada sadece 4 tane olan çarşılı köprülerden biri.
Köprünün bir diğer özelliği ise Medici Ailesi Pitti Sarayı’na geçtikten sonra, halka görünmeden saraylar-arası geçiş yapabilmek için kullandıkları Vasari Koridoru’nun bulunması. Bu koridoru Tom Hanks’in başrolde olduğu Dan Brown uyarlaması Inferno filminden de hatırlayacaksınız. Ben bu filimi Floransa dönüşü izlemiştim ve gezdiğim yerleri bir filmde görmek beni oldukça heyecanlandırmıştı. Robert Langdon ve Sienna bu yolu kullanarak kimselere görünmeden sıvışmayı başarıyordu. Köprünün yanından başlayıp üstünden devam eden bu koridor, Giorgio Vasari tarafından 1565’te, Cosimo de Medici’nin isteğiyle beş ay gibi bir sürede yapılmış. Mediciler heralde politik öneme sahip bir aile olduklarından kendi güvenlikleri için böyle bir yol düşünmüş olacaklar. Şimdiyse tamamen aydınlatılarak halkın kullanımına açık hale getirilmiş.
Floransa’da olduğumuz süre içinde birkaç kez biz de bu köprüden geçiyoruz. Fotoğraflar da her açıdan bir başka güzel çıkıyor, hemen hemen her yanından çekmiş olabiliriz . Köprünün hemen üstünde kuyumcular, meşhur saatçi Rolexin de dükkanı burada ve elbette kafeler, dondurmacılar bulunmakta. Köprüden karşıya geçtiğiniz zaman sizi mühteşem mimarisi ise Pitti Sarayı karşılıyor.
PİAZZA DE’ PİTTİ (PİTTİ SARAYI)
Medicilerin Vecchio Sarayı’ndan sonraki ikametgahları Pitti Sarayı. İçi ayrı dışı ayrı görkemli bir saray, 1458’de yapıldığında Luca Pitti adlı bir bankerin rezidansıymış. Kendisi Medicilerin de yakın dostuymuş. 1549’da Toledolu Elenora burayı satın alımış ve zaten sonrasında Grand Dük I. Cosmo de Medici ile evlenince saray Medici Ailesine geçiyor. Bir dönem yönetim merkezi olarak da kullanılan saray zamanla hazine dairesi haline geliyor ve Medici Ailesi sanat koleksiyonlarını bu yeni sarayda toplamaya başlıyor.
Saray günümüzde Seramik Müzesi, Modern Sanat Galerisi, Kostüm Müzesi gibi bölümlere ayrılmış durumda ve her departmanda çok zengin bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Biz gittiğimizde sarayın kostüm müzesi kapalıydı. Çok üzülmüştüm çünkü eski yüzyıllarda giyilen giysiler hep ilgimi çekmiştir.
Pitti Sarayının ihtişamına yakışır bir de bahçesi var. Boboli bahçesi.
Pitti Sarayı ve Boboli Bahçeleri’ni keyifle gezmek için neredeyse bir gününüzü ayırmalısınız.
BOBOLİ BAHÇELERİ
Boboli Bahçeleri; Çevresel sanatın Nirvanası olarak adlandırılabilir. Her köşesi sürprizlerle dolu bir bahçe düşünün. Boboli Bahçesi, dairesel meydanları ve bu meydanlardan uzanan yollarıyla Barok tarzın öncüsü kabul edilir.
Pitti Sarayı’nı arkalayan bu muhteşem bahçe 1549 yılında yapımına başlanış ve tam 300 yıl sonra tamamlanmış. Medici saltanı boyunca ise 4 farklı mimar bahçenin yapımı için çalışmış. Buradaki bitkileri sulamak için ise Arno nehri yakınlarında bir kanal inşa edilmiş. Pitti Sarayı’nı kucaklayan Boboli Bahçeleri Floransa’nın en büyük açık hava müzesi olarak kabul ediliyor. Bahçeye adımınızı atar atmaz sizi asırlık meşe ağaçları, heykeller, çeşmeler ve yapay mağaralar karşılıyor.
Hiç kuşkusuz Boboli bahçesinin en görkemli yapısı at nalı şeklinde tasarlanmış olan amfi tiyatrodur. Amfi tiyatronun hemen yukarısında ise bahçeye açılan bölgede Neptün Çeşmesi’ni buluyorsunuz.
Boboli bahçeleri, heykelleri, bitkileri ve dairesel meydanlarıyla başta Versailles olmak üzere birçok Avrupa Kraliyet bahçesinin ilhamı olmuştur.
Biz Boboli bahçelerini gezerken yağmura yakalanmamıza rağmen şahane vakit geçirdik. Özellikle tepede mor salkım bölümünde manzara şahane, bir de narenciye bahçesinin olduğu bölüme bayıldık. Kendimi Omorfo’da hissettim
Her peyzaj mimarlığı, iç mimarlık ve çevre tasarım bölümü okuyanların gitmesi, gezmesi gereken bir bahçe bence, hiçbir derste öğrenilemeyecek bir gezinti olacağından eminim.
PİAZZALE MİCHELANGELO
Michelangelo Meydanı, Floransa'nın en popüler ve en güzel yerlerinden biri olarak kabul edilir. Arno Nehri boyunca uzanan bu büyük meydan, trafiğe kısmen kapalı olup şehrin muhteşem manzarası var.
Meydanın tepesinde bulunan teras, sahip olduğu manzara dolayısıyla meydan “Floransa’nın Terası” olarak adlandırılmaktadır. Ayrıca meydanın içerisinde, Michelangelo'nun ünlü David heykelinin bronz bir replikası bulunmaktadır. Bu heykel, Rönesans döneminin en önemli eserlerinden biridir ve meydana ayrı bir güzellik katmaktadır.
Michelangelo Meydanı'nda ayrıca Poggi tarafından tasarlanan bir yapı da bulunmaktadır. Başlangıçta Michelangelo'nun eserlerini sergilemek için planlanan bu yapı, günümüzde La Loggia Restoranı olarak hizmet vermektedir.
Michelangelo Meydanı, tarihi ve kültürel açıdan birçok ilgi çekici noktayı barındırır. Meydanın tepesindeki teras, Floransa'nın nefes kesici manzarasını sunar. Burada şehrin simgesi olan Duomo, Palazzo Vecchio ve Ponte Vecchio gibi önemli yapıları görebilirsiniz. Meydanda bulunan bronz replika David heykeli, Rönesans sanatının önemli bir örneğidir ve ziyaretçilerin ilgisini çeker.
Michelangelo meydanını ve Michelangelo tepesini aldığımız tüyolardan dolayı akşam üstü saatlerine bıraktık. Floransa’ya kuşbakışı bakmak ve Floransa’da gün batımını izlemek için. Tepeye çıkmak için biraz tırmanmanız gerekiyor ancak vardığınızda nefesinizi kesen bir güzellikle karşılaşıyorsunuz. Tepeyi tırmanıp çıkan turistler tepedeki restorandan içeceklerini alıp manzaraya karşı merdivenlere serilip gün batımını seyre dalıyor. Böyle bir güzellik yok gerçekten de.
PONTE SANTA TRİNİTA (SANTRA TRİNİTA KÖPRÜSÜ)
Uffizi Galerinin yanında bulunan Vecchio köprüsünden geçip karşı tarafa Pitti Sarayına geçmiştik. Pitti Sarayı ve Boboli bahçelerini gezdikten sonra Michelangelo meydanında günü batırıp dönüş yolunda ise Santra Trinitra köprüsünü kullandık. Köprünün başında meşhur Gelateria Santa Trinita’dan (santa trinita dondurmacısı) dondurmalarımızı alıp köprüde biraz vakit geçirdik. Karşıda Vechio köprüsü, nehre akşamın ışıkları vururken Uffizi galeri köprü kenarındaki barlar, restoranlar inanılmaz bir akşam seyiri ve keyfi yaşadık.
Santra Trinitra köprüsü köprünün dört kenarına 1608 yılında eklenen 4 mevsim heykelleri. Sonbahar (sol üst) ve yaz heykelleri Giovanni Caccini, kış Taddeo Landini ve ilkbahar (sol alt) Pietro Francavilla’ya ait.
Santa Trinita Köprüsü, Floransalı mimar Bartolomeo Ammannati tarafından 1567-69 yılları arasında yapılmış. Rönesans köprüsü, aynı yerde yapılan 4. köprü, 13.yy’dan itibaren aynı yerde yapılan 3 köprü de sel sebebiyle yıkılmış. Santa Trinita Köprüsü, 1944’teki Alman saldırısı sırasında zarar görmüş, 1958’te aslına uygun şekilde restore edilmiş.
LE MURATE Dİ FİRENZE
Le Murate'nin anıtsal kompleksi, Floransa'da , Santa Croce ile Piazza Beccaria yakınındaki bulvarlar arasındaki bölgede yer almaktadır.
Başlangıçta, Santissima Annunziata ve Santa Caterina'ya adanmış, "duvarlarla çevrili" olarak da anılan Le Murat 15. yüzyıl rahibelerinin yaşadığı bir manastırmış, daha sonra 1883'ten 1985'e kadar geçen yüz yıl boyunca burası Floransa'daki hapishaneymiş.
Bugün mimar Renzo Piano'nun projesine göre yeniden geliştirilen canlı bir kentsel alana dönüşmüş.
Le Murate, daha önce eski manastırın bulunduğu yerleri kullanarak çağdaş temalara ve sanatsal dillere odaklanan kurslar, konferanslar ve etkinlikler gibi çeşitli kültürel etkinlikleri gerçekleştiren MAD (Murate Sanat Bölgesi) sayesinde sergilere de ev sahipliği yapıyor.
Le Murate içindeki Cafe-restoranda salıncaklı bahçe bölümünde biz de keyifli bir akşam üstü geçirdik. Kafenin ilginç yanı eski manastır ve hapisanenin izlerini taşıması. Gündüz gençlerin ev yemekleri yeyip, kahvelerini içtiği ve ders çalıştığı bir mekanken, akşam üstü hafiften müzik eşliğinde bara, ilerleyen vakitlerde ise DJ eşliğinde cluba dönüşüyor. Gençler için inanılmaz bir mekan. Helin burayı çok beğendi.
BUCHETTE DEL VİNO (ŞARAP PENCERELERİ )
Floransa’da en çok ilgimi çeken uygulama “Şarap pencereleri” ya da diğer adıyla “küçük şarap deliği” denilen “Buchette del vino”lardı. Hemen hemen her binada bu pencereleri görebilirsiniz. İlk başta minik pencereler sanmıştım. Ama bir çok restoran, bar ve cafelerden insanların şarap aldıklarını görünce çok şaşırdım ve çok da hoşuma gitti. İtalyan’lar sevdikleri restoran, dondurmacı ya da paninicilerin önünde saatlerce bekleyebilirler. Ve bekleme sırasında ise bu pencerelerden şaraplarını alıp ayakta bekledikleri sırada keyifli anlar yaşamaya başlarlar. Tam benlikti bu pencereler. Bayıldım.
Neredeyse 400 yıl önce orta çağa dayanan bir uygulama şarap pencereleri. 1600’lü yıllarda “Milano Büyük vebası” olarak da isimlendirilen ve tahminlere göre bu korkunç salgın nedeniyle İtalya’da 250 bin ile 1 milyon arasında insan hayatını kaybetmiş. Elbette o dönemde yaşayan İtalyanların gündelik yaşamları da salgın sebebiyle önemli ölçüde değişmiş.
Salgın, bütün sosyal aktivitelere ket vurmuş, sosyal mesafe o zaman da günlük yaşamın en sık kullanılan kavramlarından biri olmuştu! Ancak şarap, Floransalılar için basit bir içkiden çok daha önemliydi. Şehrin kültürel ve ekonomik dinamikleri bu içecek üzerine kuruluydu. Aynı dönemlerde İçki satışı ile yasa da çıktığı dönemlerdi. Hem saray zenginlerinin mahsenlerindeki şaraplarını işçilere satarken yüz yüze gelmemeleri, hem de sosyal mesafeyi ihlal etmeden şarap alışverişinin devamı için “buchette del vino” ortaya çıkmış.
O yüzyıldan sonra epeyi zamanlar unutulan bu uygulama 2016 yılında Matteo Faglia isimli bir adam Floransa’daki küçük şarap pencerelerini belgelemek için yaptığı çalışma ile tekrar hatırlanmış. Faglia Floransa’da 285’in üzerinde “buchette del vino” tespit etmiş.
Pandemi döneminde işte bu pencerelerden satışlar devam etmiş. Günümüzde sadece şarap değil dondurma ve kahve satışı da yapılmakta.
FLORANSA’DA NE YENİR?
Floransa, Toskana bölgesinin baş şehri ve Floransa mutfağı demek Toskana mutfağı demek. Toskana yemekleri ise, lezzetli lokal ürünlerin bir araya geldiği sade bir mutfak, aslında İtalya’nın tamamı gibi. Floransa ise hem geleneksel Toskana lezzetlerinin tadına bakabileceğiniz hem de pizzalar, paniniler, çeşit çeşit tatlılar, dondurmalar ve özellikle farklı farklı soslarıyla makarnalar, Bruchettalar yiyebileceğiniz, inanılmaz şaraplar içeceğiniz bol alternatifli bir rotadır.
Floransa’da şiddetle tavsiye edeceğim lezzet ise Toskana bölgesinin nadide inek ırklarından biri olan Chianina ya da Maremmana türlerinden hazırlanan steakler olacaktır. İçi pembe ve sulu dışı ise mühürlü görüntüsü ile iştah kabartan t-bone etler birkaç baharat ve tuz eklemesi ile sizi zevkin dorukların çıkaracak bir lezzet. Şehirde bu lezzeti yiyeceğiniz yerlerde şefler çoğunlukla eti pişmeden önce size gösterir ve kilo usulü sizden siparişinizi alır. Elbette biz de denedik. Biraz pahalı ama kesinlikle denenmeli. Az pişmiş etler bizim ağız lezzetime pek uygun olmadığını düşünsem de bayıldım ben. Helin için biraz daha pişirttirdik. Ağızda lokum gibi dağılan Nefis bir et. Mutlaka denemelisiniz.
Rüya gibi 8 gün geçirdik kızımla Roma ve Floransa’da. Şahane anılar biriktirdik ve Helin Almanya’ya okuluna bense adaya, Kıbrıs’a döndüm. Eğer giderseniz sizin de en az bizim kadar güzel bir tatil geçirmenizi dilerim.…..
İyi Pazar okumaları…
(Haftaya Pazar Yeni Yılda Almanya tatilimizi anlatacağım. Buluşmaz üzere..)