Kardeşlerle Baf Gezimiz

Baf’lıların deyimiyle “KASABALIYIK” biz. Bahar geldi mi ailede başlar kıpırdaşmalar “Baf zamanı geldi, Ne zaman gidiyoruk?”diye. Aile grubunuzda yazışmalar başlar. Herkes ne çok heveslidir Baf’a gitmeye. Baf dediniz mi akan sular durur. Anında uygun gün belirlenir planlamalar başlar. 

Tüm kardeşlerimin her biri çok farklı etkilenir Baf’tan. Ben hariç tüm kardeşlerimin çokça da anısı vardır Baf’ta. Ah bir görseniz hepsi bir araya geldiler mi Baf hikayeleri bitmez. Çokça dinlediğimden olacak ben de o anıları yaşamış gibi hissederim kendimi. Ben orada doğdum ancak kuzeye geçtiğimizde iki yaşında olduğumdan içinde olduğum anılar olsa da hatırlamıyorum. Ama bayıla bayıla dinliyorum ve defalarca dinlediğim halde her seferinde ailemizden biri ile ilgili çokça şeyler öğreniyorum.  Ne güzel, ne eğlenceli hayatları varmış. Zorluklar içinde geçen yıllar olsa da. Hep mutlu anlatıyorlar o yılları. Ve ben o yılları hatırlayacak yaşta olmadığıma üzülüyorum. 

Kuzeye (Omorfo’ya) göç edeli 50 yıl olmuş. En büyük ablamız Baf’ta 18 yıl,  Omorfo’da 50 yıl yaşamış. Diğer kardeşlerim de hemen hemen aynı ama yine de bir araya geldik mi tek konu Baf’tır. En kahkahalı anılar da Baf’ta geçer. Esas Babamız ve ailesi Baflıdır. Namı değer Magri’ler. Magri Rumcada Uzun demek. Zaten soyadı kanunu çıkınca da Uzun soyadını aldılar. Evet, hepsi de gerçekten uzun. Halalarım dahi. Benim annem yerli Omorfo’lu babamla evlenince Baf’a gelin gidiyor. Ailemizin çoğu Mağusa’ya göç etmiş. Annem ise Omorfo’ya istemiş. Kendi bölgesine. 

Her zaman sorarım aileme; “Kuzeyde anılarınız yok mu?” diye.“Yok, Bafta hayatımız başkaydı” derler. Omorfo savaştır onlar için, Omorfo göçtür, Omorfo acıdır, Omorfo ayrılıktır, Omorfo fakirlikdir, Omorfo savaş travmasıdır hepsi için. 

Benim de güzel anılarım çok değildir Omorfo’da. Hep döneceğiz evimize, bağımıza, dağlarımıza” diyen bir baba ve her koşulda hayatta kalmaya çabalayan bir anne ve Omorfo’ya bir türlü alışamayan, sevemeyen kardeşlerle büyüdüm. 2003’te kapılar açılıp Baf’a ilk gittiğimizde ne demek istediklerini anlamıştım. Evet birçok şey bana hayalimden küçük gelse dahi. Doğa kocamandı. Alabildiğine yeşil, dağ, ova, bereketli topraklar, huzur, mis gibi bir serin hava, hayvanlar. Omorfo’yu sevememelerini o zaman anlamıştım. 

Baf güzel anıların şehridir ailem için. Baf dediniz mi hepsi çocuklar gibi mutlu olurlar. Planlama aşamasında keyiflenir her biri. Nerede buluşacağız, kim sürecek, kaç araba gideceğiz, ne yiyeceğiz. Bir heyecan sarar hepimizi. Bu sefer 5 kardeş gittik Baf’a ve köyümüz Falya’ya, tüm aile gitmeye kalksak sanırım birkaç otobüs gerekir bize.  

“İnsanların, çocukluk yıllarının geçtiği coğrafyaya duydukları duygusal bağ ve aidiyet hissi yerçekimi gibidir.” der Buket Uzuner. Ben bunu ailemde yaşadım. Nerede mutluysan oraya ait hissedersin kendini. 

BAF’A YOLCULUK BAŞLASIN

Geçtiğimiz Pazar günü gittik beş kardeş Baf’a. Tek araba bu sefer.İki abim ve iki ablamla beraber. (Hatice ablam, Cengiz abim, İnal abim ve Hülya ablam ve ben). Nerde duracağız, kahveler hangi köyde içilecek, ne yiyeceğiz, hangi köylere gideceğiz hep belirlemişlerdi. Şöför kendi insiyatifini de kullandı elbette. Bizi ara köylere ya da o bölgelerdeki tarihi yerleri de gezdirdi. Yol boyu yine Baf’ta yaşadıkları hikayeler anlata anlata gittik. Her biri olayı kendi hatırladığı ile anlatır. Benim çocukluğumu anlatmaları da ayrı bir keyif benim için. 50’li yaşlarınıza gelseniz de ailenizi için çocuksunuz. Ve her zaman çocuk kalacaksınız. Her hikayede genellikle ben doğmamıştım ya da bebektim. 

KYPEROUNTA KÖYÜNDE İLK KAHVELER

Bostancı sınır kapısından pasaportla giriş yaptık. İnsan kendi ülkesinde doğduğu şehri ziyaret etmek için pasaportla giriş-çıkış yapar mı? Evet, dünyanın ortasından sınırlarla bölünmüş son ülkesiyiz sanırım. Kuzey ve güney diye ayırdılar bizi orta yerimizden. Doğduğumuz toprakları bize yabancı ettiler.  

Bostancı sınır kapısından güney kısma geçtiğiniz zaman Avrupa’ya geçtiğinizi anında fark ediyorsunuz. Köy olsa da geçtiğimiz yerler pırıl pırıl. İlk durağımız sabah kahvaltımız için  fırındı. Sıcak sıcak çörek ve hellimli bittalarımızı aldıktan sonra Kyperounta köyünde ormanın içinde bir kahvede durduk. Sabahın ilk saatlerinde kahvelerimizle birlikte aldığımız sıcacık hellimlilerimizi yedik. Abim kahveleri ödemek için girdiğinde kahvelerimizin ödendiği söylendi bize. Bir Rum köylü ödemiş kahvelerimizi. Teşekkür edip biraz sohbet edip ayrıldık. Hepimiz aynı fikirdeydik. Bunu her zaman yaşıyorduk. Çok hoş bir gelenekti bu Kıbrıs’ta. Köyüne misafir gelenlerin kahvelerini ödemek. Çok da şık bir davranış. Ama işin tuhafı biz misafir değildik. Kahvelerimizi ödeyenden bile daha Baf’lıydık. Çünkü orada doğmuştuk. 

AGİOS NİKOLAOS KÖYÜ VE KELEFOS KÖPRÜSÜ

Kıbrıs’lı Türklerin deyişiyle Aynikola köyü. Aynikola köyü esasında planımızda yoktu. Baf ormanlarının içinde yer alan meşhur Diarizos deresi ve üzerinde Ortaçağ Venedik taş köprü olan Kelefos köprüsü o kadar şahane bir köprü ki bence köyden sapıp bu virajlı yola katlanmaya değerdir. Taş köprüyü ben daha önce görmemiştim. Çok beğendim yolunuz düşerse mutlaka ziyaret ediniz. Biz gittiğimiz gün off-road’cular burada mola verip piknik yapıyordu. Pikap arabalarını derenin içine park etmeleri doğal güzelliği bozsa da birkaç fotoğraf çekip ayrıldık. Dere kenarında duran dondurmacıdan abim bana dondurma aldı. Ailenin küçüğü olmanın avantajlarını hala yaşıyorum. 

CİYAS VE SMASH ROCKS CYPRUS 

Yol boyu şahane bir manzara vardı. Baharda gitmenin en iyi yanı da budur zaten. Doğanın her rengini görebilirsiniz. Her yer ne kadar bakir. Yeşilin her tonunu gördük doğada. Kayalar, dağlar ve yeşilin her tonu ile süslenen ovaların oluşturduğu manzara inanılmazdı. Yollar tertemiz, doğa coşmuştu. Yol boyu bizi rahatsız eden hiçbir bina, çirkin bir yapı, doğayı bozan herhangi bir şeye rastlamadık.  Köyler köy gibiydi. 

Koca bir kayayı ikiye ayıran yolda durup fotoğraflar çektik. Ağaçların açan çiçekleri rengarenkti. Badem ağaçları çiçek açmıştı. Mis gibi bir hava vardı. 

AXYLOU KÖYÜ 

Axylou köyü anneannemizin köyüydü. Bir de amcamızın.  1963 harbinde Falya köyünden kaçıp anneannemin ve amcamın evine sığındıkları köy aynı zamanda. Annem o günlerde Cengiz abime hamileymiş. Hem de hamileliğinin son günleri.  3-4 gün sancılanıyor. Savaş var kasabaya gidemiyorlar. Babam savaştaymış. Annemle abim ölmesin diye çok zor koşullarda kasabaya götürülüyorlar. Savaş zamanı doğuyor Cengiz abim annemin doğumu da zor gerçekleşiyor. Adını Cengiz Topel koyuyorlar. Pilot Cengiz Topel’in öldüğü yıl. O yıl doğan erkek çocuklarının hepsine bu isim konuluyor zaten. Aksilu köyünden sonra köyümüz Falya’ya gidiyoruz. Her seferinde aynı heyecanla. 

FALEİYA 

Babamızın köyü. Ailemin evinin, üzüm bağlarımızın olduğu köy. İlk kez gittiğimde birçoğunuz gibi ben de şok olmuştum. Ailemin anılarını anlatırken hayalimde yarattığım evimiz, köyün sokakları, köyün okulunu gördüğümde inanılmaz şaşırmıştım. O yere göğe sığdıramadıkları şöminenin yandığı mutfakta nasıl sığışıyorlardı? Tarhana kuruttukları hatta bazen uyudukları ve yıldızları saydıkları dam iki adımlık bir damdı. Ne küçük bir dünyaları varmış ve bu küçücük dünyalarında nasıl da azla yetinip, nasıl bu kadar mutlu olabiliyorlardı. Hayretler içinde kalmıştım.  2 göz odalı evde onca çocuk, anne-baba nasıl sığıyormuşuz? Annemin dillere destan yemekleri bu minicik ocakta pişiyormuş. Yemeklerini yedikleri avlu ne küçücük bir avluymuş.

Dağları o sarp kayaları aşarak ve yürüyerek bazen de eşeklerle başka köylere gidiyorlarmış. Anlatırken öyle kolay görünüyordu ki. Oysa şimdiki gençler evden bakkala yollayamazsın. Ablamlar, abimler küçücük yaşlarında nenemize yürüyerek giderlermiş. Dereleri, dağları aşarak. Nasıl bir nesildi savaş öncesi o nesil insanın aklı almıyor. Babamın vahşi bir atı varmış, ablam o atla o sarp dağlarda ovalarda at binermiş. İnsan bu dağlarda yürümeye bile korkarken. 

Şarkılarımızda bile geçen Baf’ın güzel bağları, hakikaten ne güzel. Dağların eteklerinde Bağlarımız varmış bizim de. Babam her bağ bozumunda söz verirmiş sırayla “kaban ve bot alacağım size” diye, daha iyi çalışsınlar diye. Üzümler olduğunda da sucuk, köfter, pekmez ve şarap yaparlarmış. Üzümler ayaklarla ezilirmiş şarap yapmak için bu iş ablamın işiymiş. Tattırırmış babam herkese. Muhtemelen bebekken bana da tattırmışlar bu yüzden çok severim belki de şarabı. 

Evlerimiz büyüdü, koca evlere sığamaz olduk, her yere arabayla gider, her işimizi makinelerle yaptığımız halde daha çok yoruluyor, hiçbir şeye zaman bulamıyor olduk hepimiz. Hiçbir şey üretmediğimiz halde hep meşgulüz, kimse kimseye zaman ayırmıyor, kimsenin kimseye tahammülü yok. Koskoca evlerde yaşıyoruz ama yalnız ve mutsuz. Çok şeyimiz var ama sevgi yok. Çok yemeğimiz var ama paylaşmıyoruz. Tıpkı yeni Türkü grubunun şarkısındaki gibi “biz büyüdük ve kirlendi dünya”. 

Faleia(Falya) köyü koskoca bir açık çiftliğe dönüştü savaş sonrası. Türk köyü olduğundan savaş sonrası terk edildi köy. Birkaç evde çiftçilikle uğraşan bir ailenin haricinde köyümüzde kimse sürekli yaşamıyor. Son yıllarda birkaç aile köydeki bazı evleri kiralayıp sessiz sakin tatil yapıyorlar şehrin gürültüsünden uzak. 

Biz gittiğimizde bir iki evde kalan insanlar karşıladı bizi. Öyle güzel karşılandık ki anlatamam. Kahve ikram ettiler bize. Ve incir macunu. Biraz sohbet ettik. Karmi köyündenmişler. Limasol’da yaşıyorlarmış. Köyden ev kiralayıp tadilat yapmışlar. Zaman zaman gelip kalıyorlar. Dağın başında doğa ile iç içe bir köy Falya köyü. Ayrılırken telefonlarımızı veriyoruz. Geldiklerinde bize gelmeleri için. Vedalaşırken o içten ve samimi sarılışımızı anlatmam mümkün değil. Kadının eşinin abisi şehitti. Ama barışçı oldukları her hallerinden belliydi. Kıbrıs’lıydık işte. Hangi dili konuştuğumuzun bir önemi yoktu. 

Köyde başıboş atlar, eşekler ve daha birçok hayvan serbest geziyordu. Ablam bize her evde kimlerin yaşadığını anlattı. Okudukları ilkokulda her sıra bir sınıfmış. Cengiz abim de bu okulda okumuş. Okul demek abartı olur sınıf gibiydi. Köyümüze veda ettik ve Baf’a doğru yol aldık. 

CHOULOU KÖYÜ

Türkçe söylenişi ile Hulu köyü. Falya köyünün hemen yanında bir köydür Hulu. Bu köyde yaşayanlar olduğundan sanırım köy renove edilmiş. Taştan yapılmış evleri, yenilenen kilisesi ile şirin bir köy Hulu köyü. En mühimi pırıl pırıldı her köşesi. Kilise de renove edilmişti. Köy çok sessizdi. Pazar olduğundan köy kahvesi de boştu.

BAF VE MUTALLO BÖLGESİ

Baf’ın Mutalla bölgesi Kıbrıslı Türklerin yaşadığı bölgedir. Burada doğmuşuz bizler de. Babam büyüyenler okula geldiğinde kalabilmeleri için bu bölgede ev kiralamış. Daha önce de defa defa gezdik. Her sokağında özellikle liseyi Baf’ta tamamlayan ablamızın anıları çoktu. Her sokağını her evde kimin yaşadığını biliyordu.  Şu an boş olan yerlerde bile önceden neler olduğunu bize anlattı. Popüler bir lise öğrencisiydi ablamız. Hem meşhur bir Voleybolcu hem folklorcüydü. Kurtuluş Lisesinin başka liselerle olan Voleybol maçlarına halk bile katılırmış. Şampiyonluğu asla başka liselere vermezlermiş. Mutallo’da köy kahvesinde hala Kıbrıs’lı türklere rastlamak mümkün. Orada yaşayanlar var. Mutallo bölgesinde sporda birinciliği kimseye bırakmayan Kurtuluş Lisesi’ni gördüğüm zaman da şaşırmıştım. Ben de Omorfo’da Kurtuluş Lisesinde okudum. Hayal ettiğim kadar büyük değildi. Ablamın anlata anlata bitiremediği Lise küçücük bir okuldu. Nice şampiyonluklara nice başarılara imza attıkları spor sahaları da öyle. Şimdi yerine yeni saha yapmışlar. Her gidişimizde ablamın gözlerindeki o ışıltıyı görmek inanılmaz bir mutluluk. Her defasında voleybol maçlarındaki performansının tüm Kasabalılarca anlatıldığını duyarız. Hatice Uzun adı Kasabalıların hafızalarındadır. 

BAF KALESİ VE BAF LİMANI

Mutallo’yu gezdikten sonra Baf’ta öğle yemeği yedik. Şehir çok kalabalık değildi. Ama yine de turistler restoranlarda otururken güneşin tadını çıkartıyorlardı. Yemeğimizi yedikten sonra elbette limanda yürüyüş yaptık. Kaleye defalarca girdiğimizden tekrar girmedik ama girmeyenler mutlaka ziyaret etmeli. 

Baf şehir merkezi turumuzu Baf Limanında İtalyan dondurması yiyerek sonlandırdık. Dondurmalarımızı yerken de çocuklar gibi mutluyduk. 

BAF KALESİ  

Baf limanının kenarında yer alan bir kaledir. Başlangıçta limanı korumak için Bizans kalesi olarak inşa edilmiştir. Daha sonra 1222 depreminde yıkıldıktan sonra 13. yüzyılda Lüzinyanlar tarafından yeniden inşa edilmiş. 1570 yılında Venedikliler tarafından sökülmüş. Osmanlılar adayı ele geçirdikten sonra restore edip güçlendirilmiş. Çağlar boyunca birçok kullanım görmüştür. Adanın İngiliz işgali sırasında kale, hapishane ve hatta tuz deposu olarak hizmet vermiş. Daha yakın zamanlarda kale, Eylül ayında düzenlenen yıllık açık hava Baf kültür festivalinin arka planını oluşturmaktadır. 

1935'te koruma altına alınmış bir bina ilan edildi ve Baf şehrinin en belirgin simge yapılarından birini temsil ediyor. Geçmişini araştırmak için birkaç arkeolojik kazı yapılmıştır.

Şu anda kale turistik bir cazibe merkezi olarak kullanılıyor ve zaman zaman tematik sergilere ev sahipliği yapıyor. Giriş ücreti 2,50 €, ziyaret saatleri kışın 8:30 - 17:00 ve yazın 8:30 - 19:30'dur. Bizdeki gibi yazın 14.00’da kapanmıyor turistik yerler. Ayrıca giriş Kıbrıslılara ücretsizdir. 

KÖYDE KÖYÜN RUHUNU YAŞAMAK

Bostancı sınır kapısından Baf’a kadar gezdiğimiz tüm köylerde dikkatimi çeken en önemli şey; köylerin tam da köy gibi olmasıydı. Ne demek istiyorum? Köyler beton yığınına dönüşmemişti. Apartmanlar yoktu. Ve köydeki evlerin geneli ilk hallerine uygun ve köyün felsefesine uygun şekilde restore edilmişti. Yollar, köy kahveleri eskisinin aynıydı. Yani köyde Gloria yoktu. Kahve bildiğimiz, çocukluğumuzun köy kahveleriydi. 

İşin ilginç yanı içinde insan yaşamayan köylerde dahi yeni kiralanan eski evlerin aslına uygun tadilat hakkı olması. Koskoca villalara dönüştüremiyorsunuz köy evini. Paranız olsa dahi. Yasalar dağın başında kimsenin uğramadığı köylerde dahi geçerli yani. Arsanın sahibi de olsanız dilediğinizi yapamıyorsunuz. Doğayı katledemiyorsunuz. Ailemin yaşadığı Falya köyünde görmüştük bunu. Yazlık olarak kiralanmış olan evler yaşanır hale getirilmiş minicik ilavelerle. Daha çok bahçesine çiçek ekmişlerdi. Amaç oydu zaten. Köyde yaşamın ruhu bu olmalı. Lüksten ve gösterişten uzak. Doğa ile iç içe olmak, toprakla çalışmak, huzur, sessizlik, şehirde olan modernleşmeden, binadan, betondan kaçıp toprağa, kerpice kaçmak. Hayvanlarla iç içe olmak. 

Açıkçası ben de yaşayabilirdim Falya köyünde. Uçsuz bucaksız dağ, tepe, yeşil, dereler, buz gibi soğuk su, serin, klimasız bir yaz geçirmeyi isterdim. 

Baf’lı olmak ayrıcalıktır. Kıbrıs’lı olmak da. Sahip çıkmalıyız vatanımıza. Çünkü bizim başka vatanımız yok…. 

Hepinize iyi pazarlar dilerim.

[email protected]