Türkiye’de son günlerde yaşanan linç olayları ve açığa çıkan mülteci düşmanlığı sosyal medyada önemli ölçüde yer tuttu. Bu yazıda Türkiye’de linç kültürüne ve bazı sembollerin meselelerle kurulan simbiyotik bağına dikkat çekmeye çalışacağım.

Birkaç gün önce Kayseri’de Suriyeli bir kişinin, küçük bir çocuğu taciz ettiği iddiası üzerine ‘öfkeli kalabalık’ Suriyelilere ait iş yerlerini, arabaları ve evleri ateşe vermiş, yağmalamıştı. Bununla birlikte ülkenin çeşitli yerlerinde benzer girişimler yaşanmış ve akabinde Antalya’da 17 yaşındaki bir genç Ahmet el Naif, bıçaklanarak öldürülmüştü.

Kayseri’de vuku bulan taciz iddiasının, cinayetle başka bir yerden sonuçlanması bizi Türkiye’de linç kültürünün, dönem dönem iddiaların şekillendirdiği ‘öfkeli’ kalabalığın azınlıklara dönük histerik saldırılarının üzerinde düşünmeye iter. Yağmalanan dükkanların, iş yerlerinin, yakılan araçların ‘vatandaşın haklı tepkisi’nin bir sonucu olmayacağı açıktır. Örneğin 6-7 Eylül Olayları, yalan haberlerle tetiklenen halkın milli refleksidir denilebilir mi? Ya da Madımak için bu mümkün mü?

Tanıl Bora’nın belirttiği gibi “milli refleks” denilerek meşru kılınan linçler, esasen bu ülkede bir devlet geleneğidir.  Geçtiğimiz gün yaşananlar ise Bora’nın tespitinin yanında vatandaşın iktidara yöneltemediği birikmiş öfkesinin sonucu olarak okunabilir. Bireyler bir araya gelerek gösterdikleri öfkelerinde sorumluluk da kitlece paylaşıldığı için suç ortadan kalkar. Normal şartlarda herhangi bir yabancı ülke vatandaşına böyle bir saldırıyı tek tek bireylerin yapması mümkün değilken bir araya gelen kitlenin buna cesaret edebilmesi durumu, suçun anonimleşmesi olarak addediliyor. Dolayısıyla kalabalıkla yapıldığında, suç hiç kimseye ait olmuyor. Mezkur olayda olduğu gibi.

Meselenin diğer bir boyutu, bir araya gelen ‘öfkeli kalabalıklar’ın zaferini kutlamak için bozkurt işareti yapmalarıydı. Bu işaret, Türkiye’de ‘öfkeli kalabalıkların’ bir nevi nişanı olagelmiştir. Türkiye tarihinde, özellikle 90’lı yıllardan itibaren dönüm noktası niteliğinde hiçbir linç girişimi yoktur ki bozkurt eşliğinde yapılmamış olsun. İşaretin eşlik ettiği olaylar bütünü düşünüldüğünde, Türk üstünlükçü, ırkçı bir meseleye iştirak ettiğini söylemek mümkün. Dolayısıyla bunu meşrulaştıran herhangi bir açıklamanın aynı zamanda linçe de meşruiyet kazandırmaya dönük bir yapısı vardır. Kaldı ki insan hakları tamam ama bu misafirlik de fazla uzadı derken linçe zemin hazırlayan bir anlam biçildiği gibi ne var bunda zaferi kutluyoruz diyerek işaretin herhangi bir ideolojik boyutunun bulunmadığını iddia etmek de aynı kapıya çıkıyor. O halde soruyu şöyle sormak gerek: Neden bütün katliamların kapısında aynı işaret var? Cevabı pek de zor değil. Hukuksuzluğun aklanması, zorbalığın meşrulaşması…

Bu sebeple Madımak ’ta, Alevilerin kapısında ve Kayseri’de Suriyelilerin kapısında aynı işareti gördük ve yine bu sebeple Hrant’ın katili kahramanlaştırıldı.

Bilindiği gibi Merih Demiral, Türkiye milli takımında zaferini de bu işaretle göstermişti. Paramiliter bir çete sembolü olagelmiş bir işaretin zafer kutlamak gibi bir gerekçeyle kullanılması Türk futbolunun da devlet şiddetinin sembollerle meşrulaştırdığı egemenlik alanlarından biri haline geldiğini gösterir.

Dolayısıyla, bir kitle hareketi ya da buna eşlik eden bir işareti tartışırken eylemin ideolojik bağına da bakmak ve tribünlere oynayan bir milletin kapısındaki bozkurdun riyakâr sahibini görmek gerekir.