Göç ve Hafıza Ekseninde Udi Yervant
Yaşadığımız bazı mekânlar geçmişe dair travmatik hatıralarla doludur. Kiliseler, sokaklar, camiler kimi zaman geçmişin hatıralarını taşırken kimi zaman da geleceğe dair bir şeyler söylerler. Diyarbakır’ı adımlarken, bir kenti temsil eden mekânın ve nesnelerin ne olabileceği üzerine ve olayların yarattığı kolektif hafıza üzerine düşündüm. Dört Ayaklı Minare bir hafıza mekânıydı artık bu kentin. Aynı mahallede yüz yıllardır ayakta duran ve dünyanın en büyük Ermeni Ortodoks Kilisesi olan Surp Giragos da öyle. Yıllarca bir arada yaşayan fakat bir şekilde göç etmek kaderini paylaşan bir halkın hafızasını taşıyordu. İçeride, bu kaderden payını almış biriyle karşılaştım: Udi Yervant.
Diyarbakır’da Gâvur Mahallesi denilen yerde Xançepek’te doğduğunu söylüyor Yervant Bostancı. Çocukluk ve gençlik yılları bu mahallede geçmiş. Müzikle ilgili ilk eğitimini de bu mahallede bulunan Surp Giragos Kilisesi korosunda almış. Vaftizinden çocukluk çağlarındaki ilk arkadaşlıklarına yaşamının temelleri bu çevrede atılmış. Müziğe darbuka ile başlamış ve ardından bağlama ve cümbüşle devam etmiş. Bir süre sonra İstanbul’a giden Yervant on beş yıl Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde müziğini icra etmiş ve Süheyla Altmışdört’ün yönettiği İstanbul Beyazıt Üniversitesi korosunda görev yapmış. İstanbul’dan ayrılışını ise şöyle anlatıyor Yervant:
“1991’in sonu, 92’nin başında İstanbul Pangaltı’da Mandıra Taverna’da şarkılar söylüyordum. Ermenice şarkılar söylediğim bir gün sahne sonunda hakaretlere uğradım.” Yaşadığı bu travmatik olayı “Ahmet Kaya’nın başına gelenler benim de başıma geldi.” Diyerek anlatıyor Yervant ve bu olayın ardından Amerika’ya gitmeye karar veriyor. O yılın mayıs ayında varını yoğunu bırakıp Los Angeles’a yerleşiyor. Yirmi bir yıl kadar Los Angeles’ta yaşıyor. Bu süre boyunca müziği asla bırakmıyor ve çeşitli cemiyetlerde çalmaya, Ermenice, Kürtçe, Türkçe kayıt almaya ve üretmeye devam ediyor. Bunun sonucunda da ismi Türkiye’de iyice duyulur oluyor haliyle. 2004 yılında Diyarbakır büyükşehir belediye başkanı Osman Baydemir kendisini bir festivale davet ediyor ve Yervant’ın gidiş gelişleri takip eden yıllarda aldığı davetlerle sıklaşmaya başlıyor. Bu gidiş gelişler içindeki özlemi de güçlendiriyor tabii. Şu anda evli olduğu eşi ile de tanışmaları ve ilişkilerini ilerletmeleri bu döneme tekabül eder. Sohbetimiz sırasında bu durumdan bahsederken “Âşık olmak benim ruhumda var.” diyor Yervant. Dolayısıyla 2013’te dönemin kültür bakanı Ömer Çelik’in, barış süreci kapsamında, beraberinde bir heyetle kendisine bir ziyarette bulunarak teklif getirdiklerini ve çok düşünmeden kendilerine olumlu yanıt verdiğini ifade eder. Amerika’daki yaşantısını da böylelikle geride bırakıp yurduna dönmüştür artık. Sonraki süreçte sınavlara girer Diyarbakır Devlet Klasik Türk Müziği korosunda yer alır. Sekiz-dokuz yıl burada çalışmalar yürütür. Bu arada koronun ismine de önemli bir ekleme yapılmasını sağlar. Diyarbakır Klasik Türk Müziği ve Medeniyetler korosu şeklinde bir değişiklik yapılmıştır. İsimdeki medeniyetler sözcüğü Yervant için önemlidir. Bu sayede ilk Ermenice ve Kürtçe eserler koroda seslendirilmeye başlar. Kendisi aynı zamanda Devlet Korosu sanat kurulu üyesi de seçilmiştir.
Emekliliğinden sonra, sohbet ettiğimiz Surp Giragos Ermeni kilisesinde turist rehberi olarak çalışmaya başladığını ifade eden Yervant Bostancı’nın hayatını konu eden bir de kitap var. Şeyhmus Diken tarafından yazılan kitap İletişim yayınlarından beş baskı yapmış. Şimdi ise kitabın tüm haklarını Everest Yayınlarının aldığını ifade ediyor.
Sohbetin sonunda, Udi Yervant’a, İstanbul’da hani “Ahmet Kaya’nın başına gelenler benim de başıma geldi.” demiştin. Diyarbakır’da böyle bir şey yaşadın mı hiç? diye soruyorum, gülüyor. “Burası” diyor, “benim memleketim”. Burada kimse kimseye bir şey yapmaz.
Ben sormadan kendisi sorup cevaplıyor sonra: “Mutlu musun, diye soracak olursan… O konu biraz çelişkili…” gözleri o gâvur mahallesinin artık dümdüz edilen bir kanadının üzerinden dolarak uzaklara doğru taşıyor.