Kardinaller

Bir merhaba ile başlayalım…
Geçtiğimiz ay geç kalınmış bir yaz tatili yaptık.
4 kişi toplam 150 Euro’ya biletlerimizi alıp Larnaka’dan İtalya’ya uçtuk.
Çok tatlı bir çift arkadaşımızla Roma ve Floransa’nın kısa sürede altını üstüne getirdik. Roma muazzam bir kent. Floransa ise sanatın sokakta hayat bulmuş hali.
*
Kiraladığımız evden çıkıp yürüdük.
Tabii insanın GSM operatörü Vodafone olunca yön duygusu ve harita bilgisini geliştirmek zorunda kalıyor. Hala yurtdışında internet sorununu başarıp çözemedik.
Biz de krizi fırsata çevirip adım adım Roma’yı yürüdük.
Kıbrıslıların Avrupa’da yaşayabileceği en güzel şehirlerden birisi Roma…
Gittiğimiz her yerde güneş tepemizdeydi. 
Alışık olduğumuz için diğer turistlere göre daha avantajlıydık… 
Roma’daki konuk severlik tüm Avrupa’daki gibi. 
Tiber Nehrine kurulmuş tarihi köprülerin altı mülteci kampına dönüştürülmüş vaziyette... Binlerce kilometre ötedeki savaşların bedelini elbette Roma da ödeyecekti. 
*
2 saatlik hızlı trenle sanatın doğduğu yere, Floransa’ya geçtik. 
Saatte 250 kilometre hızla giden trenin Kıbrıs’ta olduğunu hayal ettim yol boyunca. 
Bu küçük şehirde hanımın kontrol edilemez alışveriş koşuşturması sürerken duvarına dayandığım yapıya başımı kaldırıp baktım. Heykellerle bezenmiş bu yapı ne olabilir diye düşünürken aslında binada yaşayan normal sıradan insanların olduğunu fark ettim. Meğer o sadece bizim apartman dediğimiz bir yerleşkeymiş. 
Bizim yüz bin sterlinlik ucube 2+1 evler geldi aklıma. 
İlerlerdik…
Şu marka bu marka derken aslında dünyanın en prestijli marklarının büyük bölümün italyan olduğunu idrak ettik hanımla.
En iyi giyim, en iyi takı, en iyi araba. 
Tümü İtalyanlarındı…
Her mimarın, mühendisin ve sanatseverin gitmesi gereken bir şehir Floransa…
Güneş batarken tüm şatafatıyla Floransa Katetrali bir baş yapıt gibi yükseliyordu. 
Çevresindeki restoranlardan birine yerleştik. Yan masamızda bizim gibi 4 kişilik bir Amerikalı ekip yerleşti. Onlar Trump’tan, biz Tatar’dan dert yandık. 
*
20 dakika içerisinde kaldığımız odadan Vatikan’a varımıştık…
Roma’nın en ikonik yeri Vatikan’dır… 
Vatikan’ın kapsında Bangladeş’li müslüman satıcıdan şapka aldım. Sakalımdan olsa gerek beni müslüman sanıp 5 Euro’luk indirim yaptı.
Garip...
Vatikan’nın kapısında şapka satan bir müslüman mı olur dedim içimden.
İş makinelerinin uğultusunu atlatıp meydana geldik. Hanımla bizi powerbank çetesi karşıladı. Yanımızdaki dostlarımızın payına da imitasyon çanta çetesi düştü. 
Kısa bir mücadeleden sonra Sistina Şapeline dayandık. 
Burası milyarlarca katoliğin Papası’nın köyüydü aslında... 
Muazzam granit sütunları, canlanacakmış gibi duran heykellerin arasında bir an Kalavaç geldi aklıma. Köyün tek heykeli meydandaki Atatürk büstüydü. Tek mimari denebilecek yapısı 1950’lerde dedelerimin yaptığı taştan su deposu olduğunu fark ettim. 
*
Vatikan bizim gibi bir devlet. 
Parasını, suyunu İtalyan hükümeti veriyor.
Bizim için tanıdık bir durumdu.
Ortak noktalarımız bu kadarla sınırlı değildi. 
Papa’yı Vatikan sakinleri değil başkaları seçiyordu.
Onlarda belli bir çoğunluğu buluna kadar seçim yapmaya devam ediyor.
Bizim meclis başkanlığı gibi…
*
Seçim, Papa’nın ölümüyle kardinallerin Vatikan’a akın etmesiyle başlar. 
Her kardinal bir diğer kardinalin adını kağıda yazar. Ta ki aralarından bir kardinal üçte iki çoğunluğun desteğini alana kadar bu sürer gider. 
1200’lü yıllarda Papa seçimi tam 2 yıl 9 ay sürmüş. 
Bacadan yükselen beyaz duman Papa’nın seçildiğini müjdelermiş.
Bizim seçim başlayalı birkaç ay oldu...
Ve sadece Teknecik’ten yükselen kara dumanımız var. 
*
Biden gitmeden Baf’taki hava ve Mari’deki deniz üslerini aldı. 
Artık anahtarları Trump’ın elinde. 
Bu masum ada çocukları öldüren bir makineye dönüşüyor. Ve bunlar olurken,
kardinallerimiz hala seçim yapıyor…
Ne tuhaf…

İlke Davulcu / Yaklaşım