Paradigma: Kendince Bir Anlatı - II
Benim ailem ile birlikte yaşadığım bir ev var. Bebekliğim, çocukluğum, ergenliğim ve gençliğim, bu evin tarihi eşiklerinden geçti.
Dedem, 74* savaşından çıkar çıkmaz, mücahit puanlarıyla almış bu evi. İlk kaçılan hâline sığınmış. Bir salon, bir oda, bir mutfak ve arka bahçesinde ayrı bir tuvalet varmış. Hasır bir iskemle bulmuş mutfakta. Yığılırcasına oturmuş. Savaşın yorgunluğu bacaklarından boşalmış. Ellerini saçlarına götürmüş. “Napacayık oğlum şimdi?” demiş. “Napacayık?” Evin ücralarına sinen bilinmezlik yakasına yapışmış.
Birkaç gün sonra ailesini getirmiş. Nenemi, annemi ve dayımı. Nenem yirmilerindeymiş, annem üç yaşında, dayım sekiz aylık. Aylarca tek göz odada kalmışlar. Bırakılan eşyalar bir süreliğine eşyaları olmuş. Sonra dedem iş bulmuş. İkinci el eşyalar almaya başlamış. Ekonomik gücünü toparlamış. Eve yeni duvarlar ördürmüş. Yeni odalar yaptırmış. Ev bir bütün olmuş. Ve boyaya kireç katarak aydınlatmış sararan karanlığı. Savaş, rüyalarından yine de kaçmamış.
Zaman zamana, nesil nesle bağlanmış, Kıbrıslıtürkler devletler kurup, devletler bozmuş. İç siyasette hâkimiyeti eline alan Denktaş, yeni toplum yaratmanın telâşına kapılmış. Siyaset, sıcak tarihten beslenen ellerini, evlerin kapılarından ve panjurlarından hiç ayırmamış. Annem, bu hengâmede on altısına basmış. Âşık olmuş. Üç dört ay içinde nişanlanmış. On yedisine geldiğinde, muhtardan alınan babasının rızası vardır kâğıdıyla evlenmiş. Dokuz on ay sonra beni doğurmuş.
Takvim yapraklarının anlattığına göre, kırlangıç fırtınalarının ortasında gelmişim dünyaya. Evimizin iki ev ötesinde, Rum evinden bozma bir klinikte. Annemin kordon bağı boğazıma dolanmış. Yüzüm mosmormuş. Mart soğuğu kana işlerken, nenem, gelenlere içi dolu kurabiyeler dağıtmış. İlk erkek torun olmamın şanı, gecenin tüm yönlerine dağılmış. Aile içinde bazı atasözleri kullanılmış. Bazı yanlış anlaşılmalar olmuş. Hırgür çıkmış. Yıllarca süren küsüşmeler yaşanmış. Kundağımda beni görmeye gelenlerin çoğu, “bir çocuk, çocuk doğurdu.” demiş. İki gün sonra eve taşınmışız.
İlk ninniyi bu evde dinlemişim. İsmim kulağıma bu evde fısıldanmış. Göbeğim bu evin bahçesine gömülmüş. Tabanlarım ilk bu evin - kiliseyi andıran - mermerlerine basmış. İlk sözcüklerim bu evin köşelerine uçuşmuş. Dizlerim ilk bu evde kanamış. İlk pansumanım bu evde yapılmış. İlk gözyaşım bu eve damlamış. İlk meyveyi bu evin bahçesinden kopartmışım. Sokağa ilk bu evden kaçmışım.
Sonra çocuk hafızam oluştu. Evin dekorlarıyla - uçaksavar mermileri ve havan kovanlarıyla - oyunlar oyandım. Kardeşimin doğumunu leopar desenli yatak odasında bekledim. İlk şutumu bu evin garajında çektim. Askeri konvoylar bu evin önünden geçti. İlk bu evin damından düştüm. İlk yasemini bu evde topladım. Süpürge değneğinin yakıcılığıyla bu evde tanıştım. İlk bu evde giydim okul önlüğünü. İlk bu evde öğrendim sevmeyi.
Sonra çocuk hafızam gelişti. Bir sabah onlarca usta girdi bu eve. İlkin eşyaları avluya çıkardılar. Ve çamur makinesini çalıştırdılar. Beton yoğurup duvarları sağlamlaştırdılar. Dedem bahçedeki ağaçları budadı. Babam yenidünyalardan birini kökten kesti. İlk kez gördüğüm iki usta, yenidünyanın kesildiği yere bir kalıp çaktı. Kalıp merdiven oldu. Dama uzandı. Ustaların bir kısmı dama çıktı. Bir kısmı aşağıda kaldı. Çamur makinesi hiç susmadı. Aşağıda kalanlar çamur yoğurdu. Yukarı çıkanlar tuğla ördü. Bu inşaat sekiz on yıl süren bir çileye dönüştü.
Sonra çocuk hafızam ergenleşti. Yukarıdaki inşaat biter bitmez. İki, bilemedim üç yıl önce evlenen dayım, kiradan eve döndü. Dedem cep telefonuyla aynı ustaları aradı. Kendi evlerine gelir gibi geldiler. Kimisi daha olgundu, kimisi daha yaşlı. Fakat hepsinin sırtında kamburdan birer dağ vardı. İki haftada evin arka tarafına iki kat çıktılar. Dedem ve nenem, çok katmanlı hayat sahnelerinden; imkânlarıyla yarattıkları sahne arkasına taşındı.
Tarihleri ve duvarları birbirine ulanan bu üç ev, birbirinden hiç ayrılmadı. Diyalektiği hep iç dinamikler üzerinden ilerledi. Çatısının altına sığınmak isteyenleri olabildiğince sardı. Akdenizliliğe bağlı kalmaya çalıştı. Orta gelirini hiçbir zaman bir tık yukarıya çıkaramadı. Çünkü kapısından içeri hakkı olmayanı sokmadı. Bu evin üyeleri, hiçbir zaman, her şeyi kayıtsız şartsız kabullenenlerden olmadı. Birbirine sahip çıkmasını ilk çağlarından öğrendi. Kıbrıs’ta barış isteseler de, müzakere, mülkiyet, geri iade kalıplarını her duyduklarında; Kıbrıs gibi ikiye bölündüler. Fakat her seferinde birlik oldular. Her felâkete göğüs gerdiler.
Anne tarafıma ait, bazı hakikatleri, en kısa hâliyle anlatmaya çalıştığım bu anlatı, bana, her evin politik bir mekân olduğunu bir kez daha kanıtladı. Evet. KKTC’nin verdiği koçana göre, bu evin sahibi dedem. Fakat Kıbrıs Cumhuriyeti koçanındaki sahibi ise hiç tanıyamadığım bir Kıbrıslırum. Ve bizim hayatlarımız, bu yurttaşımızla ailesinin anıları üstüne kuruldu. Böylesine hakikatlerin iç içe geçtiği bir sorunu, herhangi bir siyasi oluşumun veya toplum liderinin çözebileceğine inanmıyorum. Bu sorunu ancak birbirini anlamak isteyen iki toplumun, toplumsal empati yolunu benimseyerek, insan hakları çerçevesinde, barış lisanıyla çözebileceğini düşünüyorum. Ve tüm bu cümlelerimin üstüne bir sırrımı itiraf ediyorum. Kıbrıs bölünmüş kaldığı sürece, evsizliği doğup büyüdüğü evde yaşayan bir arafgezerim ben.
Şubat - 2024
*: 1974