Temmuz 1974, Kıbrıs'ın modern tarihinde kara bir leke olarak yerini aldı. 15 Temmuz'da Cumhurbaşkanı Makarios'a karşı yapılan hain darbe, anayasal ve demokratik düzeni yerle bir etti. Darbecilerin iktidarı ele geçirmesinden sadece beş gün sonra Türkiye, uzun zamandır planladığı adayı işgal harekâtını başlattı.

Evlerini, köylerini ve şehirlerini terk etmek zorunda kalan mültecilere o an neler düşündüklerini sorarsanız, çoğu "Kısa sürede geri döneriz sanıyorduk..." diyecektir. 50 yıl sonra, geri dönme umudunu hiç kaybetmeyenler hâlâ evlerine kavuşmayı bekliyor.

Yarım asır geçti, ancak şu soru hâla büyük önem taşıyor: 1974'ün yaralarını sarıp çözüme ulaşmak için bir umut var mı ve varsa bu yolda nasıl ilerlemeliyiz? Menelaos Menelaou, Andreas Mavroyiannis, Yorgos Lillikas, Kostas Venizelos, Christos Iacovos ve Petros Papapolyviou gibi Kıbrıs sorununun önemli aktörleri, Kıbrıs Haber Ajansı (KHA) okuyucuları için bu sorulara yanıt arıyor.

15 Temmuz Darbe

Menelaos Menelaou (Kıbrıs Rum tarafının Başmüzakerecisi)

“1974 darbesi ve işgalinin 50. yıl dönümünde, demokrasi ve vatan için mücadele edenleri saygıyla anıyoruz. Tarihin acı tecrübelerinden dersler çıkarıyor, geçmişe takılıp kalmak yerine bugünün zorlu şartlarında işgalden kurtulmanın, ülkemizi özgürleştirmenin ve yeniden birleştirmenin yollarını bulmaya odaklanıyoruz. Bu kara yıl dönümü, bize sadece geçmişi hatırlatmakla kalmamalı, aynı zamanda geleceğimiz için daha kararlı adımlar atmamız gerektiğini de göstermelidir.

“Kıbrıs'ın bugünkü durumunu anlamak için, geçmişindeki temel sorunları hatırlamak elzemdir. Bunlar arasında etnik ayrışma, dış güçlerin etkisiyle bağımsızlığını kazanırken yüklenen ağır yükler, dış müdahaleler, yasadışılığın ve toplumlar arası çatışmanın körüklenmesi, dış güçlerin desteklediği darbe ile meşru hükûmetin devrilmesi ve sonrasında yaşanan işgal yer almaktadır. Bu sorunların farkında olmak, Kıbrıs sorununun çözümünün özünü de gözler önüne sermektedir: vatandaşlarının kendi geleceğini belirleyebileceği, gerçek anlamda bağımsız ve egemen bir devlet.

“Geçmişten çıkardığımız dersler, sağduyunun, gerçekçi olmanın, taahhütlerimize bağlı kalmanın ve yapıcı bir yaklaşım sergilemenin en güvenilir ve etkili yol olduğunu göstermiştir. 1974'teki olaylardan sonra iki toplumlu, iki bölgeli federasyon fikrini cesaretle benimsedik ve Avrupa Birliği üyeliği gibi önemli hedeflere ulaştık. Bu, Kıbrıs ve daha geniş bölgede güvenlik ve istikrardan hayatî çıkarı olan tüm bölgesel ve uluslararası aktörler için tek geçerli yoldur.”

Andreas Mavroyiannis (Eski Büyükelçi/Kıbrıs Rum tarafının eski Başmüzakerecisi)

“Elli yıl, her saniyesiyle birlikte çok uzun bir süre...

İstilâ ve işgal altında geçen yarım asır, zorlu patikalardaki yolculuğumuzun yükünü daha da ağırlaştırdı. Bir yandan hayatta kalma mücadelesi ve geleceğimizi güvence altına alma çabası, diğer yandan küçük şehrimizin tehdit altındaki varlığı arasında gidip gelen sürekli bir mücadele içindeyiz ve bu durum bizi derinden etkiliyor.

“Artık bu topraklarda kalıcı bir varoluş ve refah için gerekli koşulları yaratmanın ve coğrafi bölgemizde sık sık esen fırtınalara karşı savunmasız kalmamanın zamanı geldi.

“1974'teki o büyük felâketi, derin yaraları, kayıpları ve bölünmeyi yaşadık. Bütün bunlar, yayılmacılığın, hayal kırıklıklarının ve tarihin bencilce yorumlanmasının sonunu getirmedi. Bu deneyim o kadar acı verici ve öğreticiydi ki, zorluklara karşı ne kadar dik başlı dursak da -ki bu az bir şey değil- ufuklarımız bugün bile bulanık ve belirsizliğini koruyor.

“Geçmiş, yarına giden yolu aydınlatabiliyorsa, zorlu yolculuğumuzun mantıklı bir şekilde incelenmesi, Aristotelesçi bir diyalektikle, olması gereken ile ulaşılabilir olanı ve bizi oraya götürecek yolları uzlaştırarak, bize yol göstermesine izin vermenin zamanı geldi. Bu, Türkiye'nin kötü niyetli emellerinin ve Makyavelist politikalarının değiştiği anlamına gelmiyor, ne yazık ki her gün gördüğümüzün aksine. Ancak, her şeye rağmen, kendi kaderimizi tayin hakkımızı geri kazanmak zorundayız, çünkü "onların heveslerini kursaklarında bırakmamalıyız.

"Gerekli olanı erdem sayarak ilerlemek durumundayız. Barışın organik koşullarıyla, uluslararası hukuk ve meşruiyetle, ahlâkî üstünlüğümüzle ve özümüze olan bağlılığımızla, 21. yüzyılda, Birleşmiş Milletlerin ilke ve değerleri çerçevesinde, modern, kapsayıcı ve Avrupalı bir toplumda, topraklarımızın ve insanlarının yeniden birleşmesinin dinamik ivmesini karşı konulmaz hâle getirmeliyiz.

“Şimdi, geçmişi unutma ve eylemsizlik zamanı değil, tam tersine, insan haklarının yeniden tesis edilmesi ve dışa bağımlılıktan ve müdahalelerden kesin olarak kurtulmak için, müzakere sürecinde bize kalan son adımdaki tıkanıklık ile olup bitenler arasındaki uçurumu kapatma zamanıdır. Bunu yarının esaslarını belirlemek, ülkemizde barış, güvenlik ve refah ortamı tesis etmek, Avrupa ve dünya sahnesindeki adımlarımızı ve rolümüzü yeniden tanımlamak, “Kıbrıs'ı hayallerimizin o misafirperver toprakları hâline getirmek için başarmalıyız.”

Yorgo Lillikas, (Eski Dışişleri Bakanı)

“Darbe ve Türk işgali olmak üzere Kıbrıs'a karşı işlenen "ikiz suçların" üzerinden elli yıl geçti. Bu süre zarfında tüm Cumhurbaşkanlarımızın samimî çabalarına, Kıbrıs Rum tarafının verdiği tavizlere ve katlandığı acı fedakârlıklara rağmen Kıbrıs sorunu çözümsüzlüğünü koruyor. Bu durumun baş müsebbipleri, Türk tarafının uzlaşmaz tavrı ve uluslararası toplumun Türkiye'ye karşı kronik müsamahakârlığıdır.

“Türkiye, işgal, Kıbrıslı Rumların zorla göç ettirilmesi ve Kıbrıslı Türklerin işgal altındaki bölgelere taşınmasıyla demografik ve coğrafi bir ayrışma yaratmayı başardı. Bölünme için gerekli zemini hazırladı. Ancak ne Kıbrıs Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırabildi ne de sözde devletin uluslararası alanda tanınmasını sağlayabildi.

“Türkiye, oyalama taktiğiyle zamanı kendi lehine kullanarak, işgal altındaki bölgelerin demografik ve kültürel yapısını bilinçli bir şekilde değiştirdi. Açıkça görülüyor ki amacı, Kıbrıs sorununun kendi istediği şekilde ‘çözümünü’ dayatmak ve bu yolla meşrulaştırmak için yeni gerçekler yaratmaktır.

“Kıbrıs Cumhuriyeti'nin elde ettiği en önemli başarı, devlet varlığımızı güçlendiren ve Türkiye'ye karşı yeni baskı ve maliyet unsurları oluşturan Avrupa Birliği'ne (AB) üyeliğimizdir.

“Bugün Kıbrıs sorunu, tarihte eşine az rastlanır bir çıkmazın pençesinde. Türkiye, beşli konferanslar stratejisiyle ve Kıbrıs Rum tarafının hatalarından ve plansızlığından faydalanarak söylemini değiştirdi. Artık Kıbrıs sorununun mevcut süreçle ve bugüne kadar üzerinde uzlaşılan çözüm temelinde çözülemeyeceğini iddia ediyor.

“Ukrayna ve Gazze'deki savaşlar, yeni jeostratejik ittifaklar ve rekabetler, uluslararası toplumun dikkatini başka yöne çekti. Kıbrıs sorunu gibi çatışmaya neden olmayan fakat çözüm bekleyen sorunlar rafa kaldırıldı.

“Peki, çözüm için hâlâ umut var mı? Kıbrıs halkı gibi köklü bir tarihe sahip bir halkın umut etmekten ve mücadele etmekten vazgeçme hakkı yoktur. Ancak herhangi bir sorunun çözümü için tarafların hedeflerinin örtüşmesi veya en azından farklılıkların küçük ve önemsiz olması gerekir.

“Bizim hedeflerimiz neler ve Türklerin hedefleri neler? Burada sıkça duyduğumuz ‘hedefimiz çözümdür’ ifadesine açıklık getirmek istiyorum: Çözüm, hedeflerimize ulaşmak için bir araçtır, kendi başına bir hedef değildir. Bizim hedeflerimiz, işgalin ve yarattığı sonuçların ortadan kaldırılması, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin korunması ve geliştirilmesi, tüm vatandaşlar için güvenlik koşulları altında demokratik ve işlevsel bir devlette insan haklarının ve özgürlüklerinin yeniden tesis edilmesidir. “Hedeflerimiz arasında ayrıca garantörlüklerin kaldırılması ve tüm yabancı askerlerin adadan çekilmesi de yer almaktadır.

“Türkiye'nin hedefleri ise Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yıkmak, iki toplum arasında demografik ve coğrafi ayrılığı kalıcılaştırmak, insan haklarını (mülkiyet) ve özgürlüklerini (yerleşme) işlevsiz yapıların ve etkisiz karar alma süreçlerinin felç edeceği bir devlete hapsetmektir. Başka bir deyişle, Türkiye, çözüm yoluyla, işgal ve devlet kontrolüyle yarattığı durumu meşrulaştırmayı ve kazanımlar olarak gördüğü şeyleri, yani garantileri, müdahale haklarını ve askeri varlığını korumayı amaçlamaktadır.

“Bu veriler ışığında, bir çözüme ulaşmak konusunda ne kadar iyimser olabiliriz? Bunun gerçekleşmesi için ya biz Türk şartlarını kabul etmeliyiz ya da Türkiye kendi hedeflerinden vazgeçmelidir.

“Yaşanabilir ve işlevsel bir çözüm için bir umut ışığı olabilmesi için Türkiye'nin uluslararası hukukun ve Avrupa müktesebatının gereklerine saygı duyması şarttır. Bu, ancak uluslararası toplum, işgalin devamını imkânsız hâle getirecek yaptırımlar uygularsa mümkün olabilir. Ancak böyle bir senaryo öngörülebilir gelecekte pek olası görünmüyor. Türkiye, ancak uluslararası toplum ve AB tarafından kendisine cazip bir dizi teşvik paketi sunulursa aşırı taleplerinden vazgeçebilir.

“Tamamen bize bağlı olan tek koşul ise, nihayet Türk planlarını alt üst edecek, Kıbrıs'ın rolünü güçlendirecek ve jeostratejik konumumuzdan ve AB üyeliğimizden yararlanarak değer katacak, çıkarlarımızı büyük uluslararası aktörlerin çıkarlarıyla birleştirecek, somut ve gerçekçi hedefleri olan kapsamlı ve çok boyutlu bir strateji oluşturmaktır.

Petros Papapolyviou (Kıbrıs Üniversitesi, Tarih ve Arkeoloji Bölümü, Modern Yunan Tarihi Profesörü)

“1974 darbesi ve Türk işgalinin üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, her yıl düzenlenen anma etkinliklerinin ötesinde, bir tür ‘kamusal şaşkınlık’ hissi yaratmış olması dikkat çekicidir. Bu durum muhtemelen inanç ve iyimserlik eksikliğinden veya vatandaşları harekete geçirecek ve heyecanlandıracak ‘ortak bir ikna edici anlatının’ olmayışından kaynaklanmaktadır. Kesin olan şu ki, bu durum Kıbrıs sorununda yaşanan tıkanıklığı ve son on yıllarda bizim tarafımızın stratejisi ve hedeflerine ilişkin genel kafa karışıklığını yansıtmaktadır.

Mevcut siyasî sahnenin kronikleşen itibarsızlığı, yolsuzluk vakaları ve hesap verebilirlik eksikliği, çok boyutlu kurumsal kriz, vatandaşların siyasetten uzaklaşması ve ilgisizliği, son olarak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde verilen "gevşek" ve aynı zamanda yüksek orandaki oy oranıyla da ortaya çıkmış olup, bu kötümserliği daha da artırmaktadır. “Avrupa Birliği ülkeleri arasında en şiddetli ulusal sorunla boğuşan Kıbrıs Cumhuriyeti seçmeninin, Avrupa Parlamentosu'nda kendisini temsil etmesi için apolitik bir youtuber eğlencecisini coşkulu bir şekilde seçmesi, toplumumuzun tamamını yatay olarak etkileyen çok yönlü krizin ve sessizliğin mutlak bir göstergesidir.

“Kıbrıs sorunu için ‘bir umut olup olmadığı’ sorusunun, siyasî liderliğin vatandaşlar nezdindeki itibarını yeniden kazanma ve onları yeniden motive etme yükümlülüğüyle yakından bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda, kamuoyunda söz sahibi olanların üzerlerine düşen sorumluluğu üstlenmeleri ve sosyal medyada izlenim yaratmak ve anlık kişisel tatmin için popülizmin kolay çözümüne başvurmamaları gerekmektedir. Günümüzün siyasî iletişim ve dijital eşitlik dünyasında en kolay seçenek; bağırmak, değersizleştirmek ve her şeye öfkelenmektir. Yukarıda bahsedilen taktiği, ciddi bir diyalog yerine, on yıllardır siyasi elitlerin içinde yer alan ve günümüzdeki çelişkileri ve çıkmazlarıyla birlikte ülkenin modern çehresinin şekillenmesinde önemli rol oynayan kişilerin bile seçmesi ve esasen kendi yüzlerine tükürmesi trajikomik ve aynı zamanda hayal kırıklığı yaratmaktadır.

Yukarıdakilerin, "âdil ve kalıcı bir Kıbrıs çözümü" bulmaktan daha kolay bir şekilde değiştirilip değiştirilemeyeceği konusunda emin değişim. Ancak umudun canlı tutulması için kesinlikle olmazsa olmazlardandır.

Kostas Venizelos (Gazeteci, Fileleftheros Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)

“Elli yıl çok uzun bir süre. Yarım asır geçmiş o zamandan. Darbe ve işgal. 1974'te çıkarlar ve planlar ‘hizalandı’. Kıbrıs, bölgedeki planları koruma planının tali zararı oldu. Soğuk Savaş, jeopolitik dengeler, Yunan-Türk ilişkilerinde ‘sakin suların’ korunması, elbette temmuz ayına kadar kademeli olarak yol açan bir dizi olaydan sonra, 1974'te yaşadığımız bir planın uygulanmasına yol açtı.

“Kıbrıs Yunanistan'daki diktatörlüğün stratejik hedef tahtasında yer alıyordu. Bu artık belgeler ve tanıklıklarla doğrulandı. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin sistematik olarak baltalanması, yasa dışı silahlı örgütlerin kurulması, yapbozun bir parçasıydı. Tıpkı Cumhurbaşkanı Makarios'a yönelik suikast girişimleri, 1972'de engellenen darbe girişimi ve elbette Türk işgalinden önceki son aşama olan 15 Temmuz darbesi gibi. Olayların takviminde ve diktatörlüğün kurulmasından hemen sonra Yunan tümeninin geri çekilmesi de var. Bu gelişme, Kıbrıs'ı savunmasız bıraktı. Bu aynı zamanda Ankara'ya verilen bir sinyaldi.

“Türk işgali, cuntanın ve adadaki uzantıları olan yasa dışı EOKA B'nin darbesiyle birlikte planlandı.

“Cuntacılar ve Türk generalleri önceden anlaşmışlardı. Her ikisinin de planlaması aylar öncesinden başlamıştı. Önemli belgelerin ortaya çıkardığı gibi, en azından işgalin ilk aşamasında Atina cuntası ile Ankara arasında bir anlaşma vardı. Girne'den Lefkoşa'ya kadar toprakların ele geçirilmesi.

“Elli yıl sonra, geçmişi hatırlamak hayati önem taşıyor. Sadece anıları canlı tutmak için değil, aynı zamanda 1974 öncesi ve sonrasındaki hataları ve ihmalleri tarihî ve siyasî bir bakış açısıyla değerlendirmek için de bu önem arz ediyor. 

“1974 sonrası işgal döneminde, yönetimin aldığı kararlar elbette o günün koşullarına göre değerlendirilmelidir. Özellikle de Türkiye'nin işgalinin yarattığı yıkım, viranelik ve yakıp yıkma furyasının hüküm sürdüğü ilk dönemde. Ancak yaşanan tüm bu acılar, Kıbrıs halkının direnişini ve mücadele azmini de gözler önüne sermiştir. Kıbrıs toplumu, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen dimdik ayakta durmuş ve var olma mücadelesinden asla vazgeçmemiştir. En kritik anlarda bile, Kıbrıs halkı kenetlenmiş ve geleceğe umutla bakmaya devam etmiştir.

“Kıbrıs halkı, elli yıldır süren bu çetin yolculukta her adımda direncini ve kararlılığını ortaya koydu. Bugün de dün olduğu gibi temel hedefimiz, Kıbrıs sorununda adil ve kalıcı bir çözüme ulaşmaktır. Söz konusu hedefe ulaşmak için, Türkiye'nin yayılmacı emellerini besleyen politika ve söylemlerden uzak durmalı, caydırıcı bir tutum sergilemeliyiz. Yatıştırma politikaları, çözümü daha da uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

“Unutmamalıyız ki, Kıbrıs Avrupa Birliği üyesi bir devlettir ve herhangi bir çözüm, Birliğin tüm üyeleri için geçerli olan demokratik değerler ve ilkeler çerçevesinde şekillenmelidir.

“Türkiye'nin adım adım uyguladığı ve adanın stratejik kontrolünü ele geçirmeyi amaçlayan politikalarına karşı dikkatli olmalıyız. Bu hedeflerini etkisiz hâle getirmek bizim elimizde. Türk tarafının maksimalist taleplerini içeren hiçbir anlaşma kabul edilemez; çünkü bu, işgalin ve adaletsizliğin kalıcı hâle gelmesi anlamına gelir.

Elli yıldır verdiğimiz mücadelenin özünde, işgalin sona ermesi ve adanın yeniden özgürleşmesi yatmaktadır. Bu gerçeği dile getirmekten asla çekinmemeliyiz.”

Christos İacovou (Kıbrıs Çalışmaları Merkezi Direktörü)

“Bu yıl itibariyle, Türkiye'nin adaya müdahalesiyle Kıbrıs Sorununun bir istilâ ve işgal sorununa dönüşmesinin üzerinden 50 yıl geçti. Bu süre zarfında Rum tarafı, sorunun kaynağı olarak gördüğü Türkiye ile doğrudan müzakere etme talebinden kaçındı ve bunun yerine iki toplumlu görüşmelere odaklandı.

Bugün, sorunun çözüm olasılığının -eğer hâlâ varsa- işgalin hemen ardından Rum tarafının belirlediği ve "özgürlük ve dönüş" talebine dayanan hedeflerinden çok uzak olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok.  Dahası, sorunu çözme çabalarının kademeli ve istikrarlı bir şekilde Türkiye'nin kalıcı ve katı pozisyonlarına doğru kaydığı da giderek daha belirgin hâle geliyor.

“İki toplumlu görüşmelerin 50 yılı, bu siyasi ve diplomatik taktiğin güvenilirliğini ve etkinliğini analitik olarak değerlendirmemiz için bize önemli bir örneklem sunuyor. Bu stratejinin ilk sonucunun, Türkiye'ye başından beri hedeflediği taktik avantajı, yani 1974'te Türk birliklerinin Kıbrıs'a çıkmasıyla şekillenen yasal çerçevenin değiştirilmesini sağladığı artık aşikâr. Başka bir deyişle Türkiye, sorunu bir istila ve işgal sorunu olarak değil, iki toplumlu bir sorun olarak sunmayı başararak, kademeli olarak ve uzun vadede bu durumda açıkça Rum tarafını destekleyen uluslararası hukuk normlarının göz ardı edilmesini sağlamıştır.

“1974'ten sonra Atina ve Lefkoşa'nın stratejisi, sorunun çözümü umudunu hem uluslararası aktörlerin hem de BM'nin uluslararası hukuku jeopolitik çıkarlar temelinde değil, ‘uluslararası meşruiyetin’ nesnel ilkeleriyle yorumlayacağı yanılgısına dayandırdı. Bu şekilde, uluslararası hukuk Rum tarafını güçlendirmek yerine, devletlerarası ilişkilerdeki rolüne ilişkin yanlış değerlendirmeler nedeniyle, kademeli olarak zayıflamasına, daha etkili yaklaşımların terk edilmesine ve Türkiye'nin siyasî pozisyonlarının giderek daha baskın hâle gelmesine yol açtı.

Bu mantığın sonucu olarak, olası bir çözüm mevcut çerçeveyle sınırlı kalıyor ve bu çerçeve, mevcut durumun ‘sınır düzenlemeleri’ ve bazı siyasi düzenlemelerle hafifletilmesi çabasından öteye geçemiyor.”

KHA - Κostas Aleksandropoulos, Evanthia Andreou, Thalia Neofytou, İlias Mavrokefalos